1
Bir kısım akademik zevatın Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK ile mücadelesi bağlamında yayınladığı bildiriden sonra, kimi ecnebi adamlarında, içerdekine paralel bir bildiri neşretmeleri açıkça göstermiştir ki…
Batı’nın; Müslüman ülkeleri, bahusus Ortadoğu’yu tarumar ederek denklem dışına çıkarmak arzu ve emellerin, ancak Türkiye’nin denkleme müdahale edemeyecek hale getirilmesiyle mümkün olacağı kanaatinde olduklarını;
Bu nedenle, ‘dünya savaşı’nın geldiği bu merhalede bütün dikkatlerini ve güçlerini Türkiye’ye yönelttiklerini bir kere daha gözlemleme imkanı bulmaktayız.
Birbirine paralel her iki bildirinin içeriğine bakıldığında, bu metinlerin hakikate ve gerçekliğe dair en ufak bir meselesi olmadığı, Moda deyimle, algı oluşturmak yöntemiyle Türkiye’yi yönetemeyen ve yönetilemez bir ülke olarak göstererek her türlü iç ve dış müdahaleye açık hale getirmek istediği ortadadır.
Biz biliyoruz ki; iki dünya savaşından sonra müstevliler, sömürge ülkelerine karşı, silahlı müdahaleden çok içerden müttefikler devşirerek taarruzda bulunmaktadır.
Dışardan müdahaleler ne kadar güçlü de olsa içerdeki insanlar arasında işgale direnmek gibi ortak bir duygu ve güç oluştururken, içerden parçalamanın çok daha sonuç alıcı ve az maliyetli olduğunu tarihen tecrübe etmişlerdir.
Bu tecrübenin yol göstericiliğinde Batı, Müslümanlara karşı soykırım uygulamaktadır. Bu soykırım canları ortadan kaldırmaktan çok, ‘can’ları hiçsizleştirmeye/anlamsızlaştırmaya dolayısıyla İslam milletini/medeniyetini yok etmeye yönelik bir eylemdir. “Kültürel soykırım” ameliyesi söz konusudur. “Dirimsel soykırımın mı yoksa kültürel olanın mı sonuçları daha ağırdır?” sorusu her zaman hayatidir. “… cevap; ikincisidir. Olağanüstü korkunçluğuna rağmen, katledilen bir soya mensup bireylerin kalıtım unsurları, başka bir/çok topluluğun döldöşüne karışarak, bir ölçüde dahi olsa, saklı kalırlar. Oysa bir toplumun tarihi boyunca, göz nuru, alın teriyle vücuda getirmiş olduğu kültürün köküne, bir kere, kibrit suyu dökülmeye görsün; o artık, bütün zamanlar için sırra kadem basar.” (Teoman Duralı) Demem o dur ki; ‘an’da zuhur eden her şeyin bir tarihi arka planı olduğu kadar bir gelecek perspektifi bulunmaktadır.
Böyle olunca bu saldırılara karşı geliştirilecek hamlelerin de mutlaka tarihi bir derinliğe, aynı zamanda iyi tanımlanmış, geniş kitlelerce benimsenecek bir gelecek tasavvuruna ihtiyacı vardır.
2
Son cümleden devamla…
Mahut bildiriye imza atanların kovuşturmaya/soruşturmaya ve/veya gözaltına alınmaya tabi tutulmaları olsa olsa günü kurtarmak olabilir.
Onların adli takibe konu edilmeleri, fikri düzlemde onlarla mücadele imkanını ve de hakkını ortadan kaldırır.
Ayrıca, bildiriye imza atanlar ve benzer zihniyette olanlara karşı, sivil alanda, yani maşeri vicdanda bu ‘yabancı’lara ve ecnebilere karşı oluşacak aksülameli zayıflatır.
Uzun vadede bu yabancı ayrık otlarıyla mücadeleye dair gelişecek yol ve yöntemin oluşması da engellenmiş olunur.
Haksızlığa karşı çıkmak, yanlışa direnmek, ahmaklığa kızmak, hainlere öfkelenmek, doğrudur, insani özelliklerdir ve biz de insan olarak bunlardan beri değilizdir.
Ancak; topluma yön vermek, devlet yönetmek, medeniyet inşa etmek yolunda anlık tepkilerle ilerleme kaydetmek mümkün değildir.
Aklı selim sahiplerine düşen, meseleyi var olmaya ve bağımsız kalmaya yönelik işleyen, yürüyen bir süreç olarak değerlendirip, meselenin ehemmiyetine uygun tedbirler almaktır.
Kuşkusuz ‘tedbir’, ‘fikir’den, tedbirli olmaksa tefekkürden ayrı bir şey değildir.
3
Bu vesileyle, bir kere daha anlaşılmıştır ki; bizim, acilen; yerli olanla evrensel olanı, ferdi olanla toplumsal olanı, haklı olmakla güçlü olmayı, aklı kullanmakla vicdanı gözetmeyi, istikrar kurarken adalet üretmeyi, emniyeti sağlarken hukuku ihmal etmemeyi, bağımsız devleti savunurken nizamı alem düşüncesini ıskalamamayı… birlikte mütalaa ederek yol yürümemizin kesinliği/zarureti/kaçınılmazlığı ortaya çıkmış durumdadır.
Ayrıca; bir dostumun hatırlatmasından hareketle; istihbaratta ‘havuç teorisi’ diye bir şeyden bahsedilir.
Kısaca dersek; belli bir unsuru korumaya alabilmek için, başka bir unsur (havuç) ortaya konulur, konunun tavşanları da o havucun peşine düşer.
Bu gözle baktığımızda, bildirgeye imza atanların kahir ekseriyetinin zaten yabancı ajandaların elemanları ve PKK sempatizanlarından oluştuğu görülecektir.
Peki; korumaya alınmak istenen kim olabilir? İşte hayati soru bu.
Allah hepimize akıl fikir versin. Amin.