ABD bugün iki büyük değişim dalgasının merkezinde bulunan bir ülkedir. Dünya sisteminin ikinci büyük savaş sonrası kumanda masasında olan bu ülkenin, bu iki büyük dalgaya nasıl cevap vereceği, bir başka söyleyişle bunları nasıl yöneteceği sadece kendisini değil bütün dünyayı etkileyecektir. Trump böyle bir sürecin meydana getirdiği sorunların hem seçilmesine vesile olduğu bir başkan hem de bu sorunlarla mücadele etmek, bunları aşmak için yeni bir yönetim anlayışını ortaya koymak durumunda olan bir lider olacak ya da daha önce durumu yönetemeyenler gibi geçip gidecektir.
ABD’nin en az iki binli yıllardan itibaren ortaya koyduğu yönetim pratik olarak yaşanan bu süreci yönetmede ciddi sorunlara yol açmış bulunmaktadır. Elbette meselenin sadece bir yönetim anlayışıyla sınırlı olmadığı söylenebilir ve dünya sisteminin yaşadığı değişim dinamiklerine uzanan başka faktörlere bağlı olarak yaşanan sorunlardan bahsedilebilir. Esasen dünya çapında yaşanan olayların sadece ABD yönetimlerinin kararlarıyla, onlardan bağımsız olarak açıklanamayacağını zaten işin başında kabul etmek gerekir. Mesele çok ciddidir ve Batı merkezli dünya sistemi gerileme sürecine girmiştir ve bu aynı zamanda ABD’nin hegemonik üstünlüğünün de sonunu getirecek bir eğilimdir.
Yeni toplumsal yapı, eski yönetim tarzı
Yaşanan iki büyük değişim dalgasından biri doğrudan doğruya ABD toplumunda ortaya çıkan ekonomik toplumsal gelişmelerin eseridir. İlk belirtileri üzerine neredeyse elli yıldır yazılıp çizilen fakat son yirmi yılda iyice belirginlik kazanan ‘post-endüstriyel süreçler’ yeni bir toplumsal yapı yaratmıştır. Burada ABD ekonomisi bilgi teknolojilerine dayanan yeni bir örgütlenmeye giderken kitlesel üretim biçiminden esnek üretim tarzına geçmiş, sanayi toplumunun ‘tekno-bürokrasisi’ sermaye grupları/kapitalist girişimcileri ve piyasa arasındaki yapısal ilişkiler değişmeye başlamış, teknoloji şirketlerinin belirleyici olduğu bunun finansal sermayeyle eklemleştiği yeni bir ilişki düzeni yükselmiştir.
Bilimsel bilgi üretiminin ön plana çıkmasından üniversite ve araştırma kurumlarının yeni bir örgütlenmeye geçmesinden, Silikon Vadisi gibi yeni ekonominin yaratıcı düşünceden teknolojik yeniliklere açılım göstermesinden, girişimci sınıfın hem nitelik hem fiziksel özelliklerindeki değişimden ayrıca bahsetmek gerekebilir fakat benim altını çizmek istediğim husus; ‘tekno-bürokrasinin’ konumunu sarsan ‘tekno-business’ denilebilecek yeni bir orta sınıfın yükselmesidir.
Sanayi toplumlarının iktidar elitleri, endüstriyel-askeri-finansal kompleksten oluşurken post-sanayi toplumunda bu yeni orta sınıflara dayanan yeni bir toplumsal hareketlilikten, yeni piyasa ilişkilerinden gelmektedir. Bu sürecin hizmet sektörünün alabildiğine genişlemesini teşvik ettiğini ve eski endüstrialist sınıf yapılarının kitlesel karakterini dağıttığını da ayrıca belirtmek gerekir.
Küreselleşme ABD’yi sarsıyor!
Diğer değişim dalgası küreselleşmedir ve ABD hem bahsettiğimiz ekonomik teknolojik dinamikler üzerinden hem de ülkeler arasında ortaya çıkan ‘insanların-enformasyonun-malların’ hareketliliğine yol açan süreçler, gelişmeler üzerinden bu dalganın ortaya çıkmasında merkezi bir konumda bulunmaktadır. Küreselleşmeyi üreten faktörlere taşıyan unsurlara bakıldığında bu dalganın post-endüstriyel yapıyla paralel yükseldiğini görmek şaşırtıcı olmayacaktır ki bu dinamiklerin birbirini beslediğini tespit etmek zor değildir.
ABD’nin açıklamaya çalıştığım sorunları tam da bu çerçevede ortaya çıkmaktadır. “Küreselleşmeyi belirleyen faktörler yeni bir dış politika yaklaşımını gerektirmekteyken, yeni toplumsal ilişkiler yeni ekonomiler yeni yönetim anlayışlarını, yeni demokratik kurumların gelişimini tarihsel olarak bu konuda değişim beklentisini ortaya çıkarmışken ABD siyasal yapısında eski iktidar elitlerinin tutuculuğu hem içeride hem de dışarıda eski siyaset anlayışını dayatmaya devam etmektedir.”
Bu durumda ‘Trump ne yapabilir, nereye gidebilir’ soruların cevabını aramak gerekmektedir.