Coğrafi konum olarak Afganistan dünyanın en büyük istila yollarından birinin üzerinde bulunmaktadır. Bu nedenle tarihte pek çok ülke tarafından işgal edilmiş, ancak hiçbir güç tarafından sürekli elde bulundurulamamıştır. Günümüzde "Afganistan" adı, bir ülkeyi ifade edecek biçimde, 18.Yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkmıştır. Afganistan'ın tarihinde ilk Afganistan Devleti 1747'de Ahmet Şah Baba tarafından "Kandahar" merkezli olarak kuruldu. 19 Mayıs 1928 tarihinde Türkiye'deki yenilikleri merakla izleyen dönemin Afgan Kralı ve Türk dostu Emanullah Han'ın Türkiye'yi ziyareti iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Türkiye'ye gelen ilk yabancı devlet adamı olma özelliği de taşıyan bu ziyaretin aynı zamanda Afganistan'ın tarihsel sosyolojisini de göstermesi bakımından ayrı bir önemi vardır. Afganistan'ı modern bir devlet haline getirmeye kararlı olan genç Afgan kralının büyük Atatürk'ün ikazlarına rağmen Afganistan'ın tarihsel ve toplumsal gerçeklerini bir kenara bırakarak yapmaya giriştiği yenileşme hareketleri, onun Kasım 1928'de Celalabad'da patlak veren ve yeniliklere karşı çıkan kabile ayaklanmaları sonucu tahtı bırakmasına neden oldu. Ne tesadüf ki şu anki Taliban gibi Kasım 1928'de isyancı kabileler de başlattıkları ayaklanmaları Kabil'i ele geçirinceye kadar devam ettirmişler, kabil ele geçirildikten sonra yeni bir yönetim kurmuşlardı. Ancak yeni kurulan hiçbir yönetim kalıcı olamamış, ülke sürekli kaoslarla, iç karışıklıklarla boğuşmak zorunda kalmıştır.
Şimdi soru şu Taliban'ın kurmaya çalıştığı yeni düzen kurumsal bir devlet yapısına dönüşebilecek mi? Bu sorunun cevabını bir soruyla cevaplayalım. Şuan ki Afganistan'ın toplumsal yapısıyla 1928 yılındaki toplumsal yapısı arasında ne kadar fark var? Sanırım çok yok. Çünkü bir karşılaştırma yapacak olursak Türk toplumu 1928 yılında da ulus devlet bilincine erişmiş bir toplumdu, şimdi de öyle. Ancak tarihte Afganistan diye bir coğrafya olmakla birlikte, Afgan ulusu diye bir ulus hiç olamamıştır. Sadece kabileler ve kavimlerin olduğu bir coğrafya var başka da bir şey yok. Bugün Taliban da dâhil örgütsel yapılar Afgan toplumlarında kökleşmiş örf ve adetler ile gelenek ve göreneklere göre şekillenmektedir, çünkü örgütsel yapıların şekillenmesi toplumsal gerçeklerden bağımsız değildir. Bu nedenle şu anki Taliban yönetiminin ortaya koymaya çalıştığı kadın hakları, intikam almama sözü, en büyük gelir kapısı durumundaki uyuşturucunun yasaklanacağı vaadi gibi hümanist söylemler üzerinden oluşturmaya çalıştığı yeni siyasal sistem su üzerine yazı yazmak gibi görülmelidir. Şayet mevcut Taliban yönetimi amaçladığı siyasal sistemini bu şekilde kurmakta ısrar ederse örgütsel ayrışmayla da karşı karşıya kalabilir ki Taliban'dan kopacak gurupların, diğer kontrolsüz silahlı gruplarla yeni terör örgütleri oluşturabilmesi de kuvvetli bir ihtimaldir. Sanırım ABD ve Avrupa'nın da istediği bu. Bunun için gerekli alt yapının hazır olduğu da dikkatlerden kaçmamalıdır.
Afganistan'la ilgili dikkate alınacak diğer bir konu da bundan sonra ne olacak? Sorusudur. Afganistan bundan sonra iç savaşa doğru sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Son derece kırılgan iç dinamiklere sahip Afganistan jeopolitiğinde küresel güçlerin mücadelesi ile oluşacak denge, sonucu belirleyecek gibi görünüyor. Bu kapsamda statükoyu muhafaza etmeyi kendi çıkarları için uygun gören Rusya ve Çin'in çabaları sadece Afganistan coğrafyasıyla sınırlı değil, aynı zamanda Hazar Denizine kadar olan Doğu Kafkasya'yı da kapsamaktadır. Zira Afganistan'daki istikrarsızlığın kontrolden çıkması, çatışmaların Rusya ve Çin ana karasına sıçramasına sebep olabilir. Bu noktada 1900'lü yılların başında Rusya'nın oluşturduğu ve bölgedeki Türk toplumlarının birleşmesini önlemeyi amaçlayan Fergana vadisi sorunu, şimdilerde bumerang gibi Rusya ve Çin'e dönmüş durumda. Buna karşın ABD ve Batının Taliban'la ilişki kurma ama onu tanımama ekseninde şekillenen politikasının aslında statüko oluşturmayı değil Rusya ve Çin'e karşı statükosuzluğu yani istikrarsızlığı geliştirmeyi kapsadığını söyleyebilirim. Böylece Rusya ve Çin, ABD ve Batıyla ilgilenemeyecekler veya daha az ilgilenmek zorunda kalacaklar. Bir taşla iki kuş misali. O yüzden Afganistan meselesi sadece Taliban üzerinden değil, bölge jeopolitiğindeki güç mücadeleleri bakımından da çok yönlü olarak incelenmelidir. Ve şayet Afganistan'daki istikrarsızlık kontrol altına alınamaz ise gelişim yönü özellikle Kuzeye, yani Fergana Vadisi ve Doğu Türkistan'a doğru olabilir. O zaman 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus'ta başlatılan "Arap Baharı" gibi "Kafkas Baharı" Afganistan'dan başlamış olur ki bu durum Kafkasların Ortadoğulaşması anlamına gelecektir. Doğal olarak İran ve Pakistan'ın da bu süreçlerden yakinen etkileneceği unutulmamalıdır. Doğrudan etkisi olmasa da bu süreçlerin dolaylı etkilerine karşı Türkiye'nin hazırlıklarını arttırması önemlidir ve bu nedenle küresel güçlerin bölge politikaları yakinen takip edilmelidir. Özellikle kardeş Pakistan'ın istikrarsızlaşmasına yol açabilecek gelişmelere karşı gerekli yardımların yapılması için planlamaların şimdiden yapılması da olası risklerin önlenmesine yardımcı olabilir. Bu arada hatırlatmakta fayda var Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan arasında siyasi, ekonomik, barış ve güvenlik konularını kapsayan ve birçok alanda iş birliğini geliştirilmesini öngören İslamabad Deklarasyonu'nunun 14 Ocak 2021 tarihinde yani Afganistan'daki olaylar daha patlak vermeden önce imzalanmış olması, geleceği öngörebilen Türk Devlet aklının vizyonerliğini göstermesi bakımında da son derece önemlidir.