Toplumsal bütün sistemlerin hedefi, omurgalarını oluşturan kurumsal yapıların kendi beşeri miraslarının üzerinde ve idealize ettikleri fikirler istikametinde kurulmasıdır.
Dolayısıyla, bilim, kültür, sanat, düşünce akımları ve hatta inanç sistemleri bu idealin aranma sürecini hem doğrudan etkiler, hem de bu süreçlerin sonuçlarından etkilenirler.
Demokrasi de, esasen bütün insanlığın bu ideali arama çabalarının sonucunda bir toplumsal sistem ve bir devlet düzeni olarak ortaya çıkmıştır.
Demokrasi, bugün beşeriyetin varabileceği en yüksek aşamasındadır.
Peki, demokrasi ya da günümüz demokrasisi insanlığın varabileceği en nihai noktada mıdır?
Bu sorunun en doğru cevabını, gelecek kuşaklar yaşayacakları çağda vereceklerdir.
Çağımızın gelişmiş demokrasilerinde devletin herhangi bir erkinin, bu gücün gerçek sahibi olan milletin talebi dışında kullanılmaması için her türlü tedbir alınmaya çalışılır.
Çalışılır diyorum, çünkü insanın olduğu her yerde suiistimal olur, olacaktır.
Ama suiistimal bahanesiyle etrafında oturarak uzlaştığımız masayı devirmek, tayfalar hırsızlık yapıyor iddiasıyla gemiyi batırmak, yolsuzluk oluyor naralarıyla mahalleyi yakmak; o masaya, o gemiye ya da o mahalleye mensup birinin tavrı, tutumu olamaz.
Millet, bahaneleri, iddiaları ve çığırtkanlıkları bir yana, açılan zararı diğer yana koyarak kararını verecektir.
Demokrasilerde devletleri özgürlüğe yakın, hükümetleri adaletli bir yapıya kavuşturmanın yolu kadim Kuvvetler Ayrılığı Prensibi'nden geçer.
Ve esas olan, gücün meşruiyeti için olmazsa olmaz olan, bu gücün kaynağında halkın olması ve en sonunda yine halka hesap vermesidir.
Montesquieu'nun bu prensibi, bu erklerin bir diğeriyle ilişkilenme biçimini "check and balances" yani "denetleme ve dengeler" sistematiği içinde uyumlu bir işlerliğe kavuşturur.
Açık fikir ve hür tartışmanın hakim olduğu toplumlarda, üzerinde en çok konuşulan konuların biri de kitle iletişiminin en güçlü öğesi olan medyadır.
Medya, yasama, yürütme ve yargı erklerine ek olarak "the fourth estate", yani "dördüncü kuvvet" olarak kabul edilir.
Esasen devlet-toplum ilişkisinin hangi dengeler üzerine oturduğu, demokrasinin niteliğine ilişkin bütün tartışmaların da ana eksenidir.
Devlet gücünü temsil eden ve uygulayan üç erki toplum adına denetleyecek ve sistem içinde demokrasinin işleyişine katkı sağlayarak sistem içi dengenin kurulmasını sağlayacak bu dördüncü erk, doğru kullanıldığı takdirde, devlet karşısında toplumun gücünü temsil eden son derece önemli bir toplumsal işlevi üstlenir.
Günümüzde, gazete, televizyon gibi geleneksel iletişim mecralarının yanı sıra, artık internetin sağladığı yeni imkanlar sayesinde gelecekte hangi yöne evrileceği şimdiden tam olarak kestirilemeyen yeni iletişim mecraları doğmuş durumdadır.
Toplumsal iletişimin herhangi bir otorite tarafından denetlenebilirliğinin neredeyse imkansız hale geldiği günümüzde, çok seslilik bir ideal ya da temenni olmaktan çıkmış ve hayatın kabul edilmesi zorunlu bir gerçeği haline gelmiştir.
İşte bu karşı durulması neredeyse imkansız gerçeğin, toplumların derinliklerine nüfuz etmesini sağlayan ağırlıklı olarak medyadır.
Medya, kimi toplumsal sistemlerde bu etkisini güçler dengesi içinde devletin yasama, yürütme ve yargı organlarının bile üzerine çıkarabilir.
Yeni Türkiye için cumhuriyet tarihimizin en kritik yılı 2014 olacak.
Bu yıl, ülkemiz için tam anlamıyla bir "dönemeç" anlamına gelecek.
Yılın daha ilk günlerinde, demokrasiyi, onun temel prensibi kuvvetler ayrılığını tartışıyoruz.
Yasama, yürütme ve yargıdan, sorumluluğunu gücün gerçek sahibi olan millet adına doğru bir biçimde kullanmayan ya da kullanamayan, milletin sillesine hazır olsun.
Milletin sigaya çekeceği bu üçlüye, medyayı da dahil edebiliriz.
Unutulmasın; her zaman olan olacak ve son sözü millet söyleyecek.
Ve herkes haddini bilecek!