İnsan, inanan bir varlık. Din, insanın ontolojik, ruhsal, toplumsal, kültürel, siyasal boyutlarda, bu temel özelliğinin bir sonucu olarak yaşıyor dünyamızda. İnanmamanın olanağı yok, insan için. İnsan, inandığı için insan.
Varoluşsal açıdan, sanki şöyle bir çığlık yükseliyor insandan: Credo, ergo sum. İnanıyorum, o halde varım. Peki ama neye? Nasıl? Neden?
İnanma, hiçlikle karşılaşabilen insan için özgürlük olabilir. Kendi ayakları üzerinde dikilebilmek, dünya gezegeninde bilinçli, seçimini yapabilen bir varlık olarak ortaya çıkabilmek, kendini insan olarak gerçekleştirebilmek, inancına nasıl sahip çıkabildiğinde ortaya çıkar. İnanç öncesi hiçlikle yüzleşilemediğinde, dayatılmış ya da alışkanlıklarla edinilen, seçim sonucu gerçekleşmeyen bir tavırla, hiçliğin üstü, inanç bilinci, inanç duyarlılığı yoksulluğuyla örtülmüş olur. Hiçlikle karşılaşmayan inancın, kör, kıstırılmış bir yapı taşıması olasılığı yüksektir.
***
Yokluk karşısında, onu yok etmeye çalışan güçlere karşı direnebilmek, diri olabilmek, bir dirim olabilmek için, kendi bütünlüğünü korumaya değer bulabilmek için insanın 'güven'e gereksinimi vardır. Tek hücreli bir canlı bile besleneceği kaynaklara, kendi iç işleyişine, diğer hücrelerle ilişkisine bir anlamıyla güvenmek durumundadır. Bir dirim, bir ten-can birlikteliği, yolda yürüyebilmek için, adımını attığında, devrilmeyeceğine, yerin yarılmayacağına inanmak durumundadır. İnanç, yalnızca bilinçli insan için değil, bilinç öncesi insan için de, diğer canlılar için de varoluşları açısından çok önemlidir. Bedenimdeki milyonlarca hücre benim bilincimin dışında işleyişlerin sürdürüyor, kendilerini korumayı biliyor, yaşayabildiğim sürece, ölüme direnç gösteriyor, bağışıklık düzenimi oluşturuyor. Daha, bilinç öncesi, ten-can birlikteliğimde inanç var. Ölüme, yok olmaya direnç buradan geliyor.
İnsanın hiçliğe direnmesi, onun yalnızca dirim taşımasından kaynaklanmıyor; insan aynı zamanda bilinç taşıyan bir varlık. Hiçliği, ten-can birlikteliğiyle kısaca dirimiyle, yaşama, hayata 'hayy olana' inanarak yenmeye çabalarken, bilinci ona, curo, ergo sum, özen gösteriyorum, o halde varım diyor. Curo, kol kanat germek, yaşama özen göstermek, saygı duymak, yaşama doğru hamle yapmak gibi anlamlar içeriyor. İnsan, hiçlikten inancı ve saygısıyla varlığa çıkıyor: Yoksa nasıl çıkardım hiçlikten? Ne adına, nasıl, yaşamın kendisini yaşamaya değer bulurdum? Yok olma yerine var olmayı seçiyor, varlığıma, ten-can birlikteliğime dirimime inanıyorum, diğer varlıklara, diğer dirimlere kaygı duyup, kol kanat germeye hazır hale geliyorum.
***
İşte, varoluş düşüncesi açısından, insan inancının kaynağı, pınarı buradan geliyor. Tüm anlamlardan önce gelen anlam yaşamdır, hayattır. Üzerinde titrememiz gereken, bu kainattaki sürüp duran kıpırtıdır: Candır, canlılıktır. Can ahlakı, ten-can birlikteliğine saygı üzerine kurulur. Evrendeki canlardan, canlılıktan sorumluluğu şart koşar. Hiçlikle yüzleşebilmiş ahlak, canlılığın, canın, insanın ne olduğunu sezer, anlamaya, bilmeye, yorumlamaya çabalar. Bu ahlak, her canın, aziz olduğunu, saygın olduğunu, önünde saygıyla eğilmemiz gereken varlık olarak görülmesi gerektiğini buyurur.
Hiçlikle yüzleşebilen ahlak, insanın bir hiç değil de, anlam taşıyan bir varlık olarak var olabildiği, soluk alıp, düşünebildiği için teşekkür etmesi gerekliliğini söyler. Yüzlerce yıldır, Doğu Hikmeti boşluğun, hiçliğin yaşam için anlamını söyler durur bize. Bu boşluğu görmek istemeyen inanç düzenleri, dinler ya da ideolojiler inançlarını bir güvence olarak anlarlar. Din, ideoloji, bir sigorta şirketi görevi yapmaya başlar. İnançlarını kuşku duyulmaz, üstelik kendilerine verilmiş ayrıcalıklı hakikatler olarak anlarlar. 'İnanıyorum, o halde üstünüm. İnanıyorum, o halde 'en doğru' olanı ben biliyorum. İnanıyorum o halde benim gibi inanmayan yanlış yoldadır, o yanlış yoldaki güçlükleri doğru yola sokmak boynumuzun borcudur' derler. İnanma öldürmeye dönüşür? Oysa 'hayy' olana, can olana saygıdan kaynaklanıyordu inanç! İnanan, yaşama saygı temelinde inanan nasıl öldürebilir? Nasıl düşman olabilir? Diğer canları yok etmek, sömürmek, köleleştirmek amacını taşıyan bir insan düşmanlığını, kaynağı hayat olan inancının perdesi arkasına nasıl saklayabilir?
***
Yanıt, uzun. Kısaca bir saptamayla başlanabilir: İnsan hala bu gezegende inanmayı bilmiyor. Tanrı'ya, Allah'a inandığını söylüyor. İnancın nesnesini ortaya atmak, inancı yaşayabilmekte yetmiyor ki! Nasıl inanacaktır? İnanç insanı çirkinleştiriyor; onu dünya çıkarlarına gömülmüş, ikiyüzlü, yalancı, düzmece sözlerle kendini ve diğer insanları kandıran bir varlık haline getiriyorsa, bu nasıl bir inançtır? Bu inancın, insanlıkla, bu inancın özgürlükle ne ilgisi olabilir? İnsan niçin hala inancını yaşamayı bilmiyor? Bu sorulara yanıt arayan, inancını nasıl yaşayacağını soruşturabilen insanların yaşadığı bir dünyada, inançlarından dolayı insanların birbirlerine düşmanlığı azalacaktır.