İnsan yaşayabilmek için anlamak, anlamlandırmak, açıklamak zorunda olan bir varlık. İnsan; başta hava, su, toprak ve güneş olmak üzere kendi dışındaki varlıkların varlığı sayesinde var olmakta ve varlığını sürdürmekte. Her ne kadar, nefes almakta güçlük çektiği ana kadar havanın ne olduğunu, ne anlama geldiğini pek düşünmek istemese de, bol oksijenli ortamın ne anlama geldiğini tecrübe ederek fark etmektedir. Dağlara tırmanırken, belli bir yükseklikten sonra nefes almakta zorlandığında, sebebini araştırmak ihtiyacı hissetmektedir. İnsanla ilgili her şey, onun kendi varlığının farkına varmasıyla birlikte başlar.
Yaşamak için anlamak ve anlamlandırmak ihtiyacı, insanı hayatın anlamını aramaya yöneltir. İnsan niçin yaratıldı? Var olan her şeyin bir yaratılış amacı olmalı değil mi? Gözümüzün, görmek için tasarımlandığını, gözü meydana getiren hücrelere böyle bir görev yüklendiğini anlamak pek de zor değildir. Düşünen insan, bilinçli ya da bilinçsiz, hayatın anlamını sormaya, soruşturmaya, anlamaya, bulmaya çalışır.
Büyük kafaların arayış serüvenleri de, sancıları da, heyecanları da büyük olmalı... Garaudy, hakikati arayış serüvenini, 'Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum' ismiyle Türkçe'ye tercüme edilen otobiyografisinde okuyucuyla paylaşıyor. Müslüman olduktan sonra şöyle der Garaudy: 'Hayatımın en büyük davası, hayatın anlamını bulmak oldu. Ve de tarihin anlamını... Yönümü değil, sadece cemaatimi değiştirdim.'
VAR OLUŞUN GÜCÜ İNANÇ
Tolstoy'un, 'anlam arayışı', hayatın anlamını bulabilmek için gösterdiği çaba gerçekten nefes kesecek nitelikte... İnsan onu okurken, bazen onun geçtiği girdaplarda boğulacak gibi oluyor. Hele ipi ve silahı kendisinden saklaması, gerçekten insanı ürpertiyor. Ona göre, 'İnanç insanın var oluşunun anlamına ilişkin bilgidir ve ancak bu bilginin sonucunda insan kendi kendisini yok etmeyip varlığını sürdürebilir. İnanç var oluşun gücüdür. Bir insan yaşıyorsa bir şeylere inanıyordur. Eğer bir şeyler için yaşamak gerektiğine inanmasaydı, yaşıyor olmazdı. Eğer insan fani olanın aldatıcı doğasını görmüyor ve fark etmiyorsa fani olana inanıyor demektir. Fani olanın aldatıcı doğasını kavrayabiliyorsa sonsuza inanmak zorundadır. Bir inancı olmadan yaşayamaz.' (İtiraflarım, 59).
GÜVENLİK KALKANI
İnancın anlamla ilgili boyutunu fark etmek çok zor değil. Belki de insanın yaratılışı gereği inanan bir varlık oluşu, imanla anlam arasındaki ilişkiyi çözümlemeyi kolaylaştırıyor. Tanrı'ya, üstün bir gücün varlığına inanmak, insana muazzam bir güvenlik kalkanı sunuyor. Aslında bu durum, insanın hem zaaflarını hem de gücünü işaret ediyor. İnsanın çok korktuğu ya da çok sevdiği şeylere 'tanrısal güç' yüklemesi, Kur'an'ın ifadesiyle 'şirk' tam da bu zaafların eseri. Gurur, kibir bu zaafların zirve yapması durumudur. İnanmanın varoluşsal bir ihtiyaç oluşu, bilgi temelli, üst seviyede bilinçle gerçekleşen bir imanın inşa edilmesini de mümkün kılıyor. İşte, Kur'an'da dikkat çekilen 'inananların güçlü, üstün olması', fıtrata uygun bir imanın insana neler kazandırabileceği ile ilgili önemli bir ipucudur.
Diğer taraftan imanın bir de varoluşsal boyutu vardır. İnsan, Tanrı'ya inanabilmesi için önce kendi varlığının farkında olmalıdır. Bu bilinç, imanı 'var olma' ya da 'varlık' üzerinden okumayı mümkün kılar. O zaman, iman, Tilich'in ifadesiyle 'var olma cesareti'ne dönüşmüş oluyor.
O'NSUZ YAŞANILAMAYAN
Tolstoy'un arayışı, 'olma cesareti'nin bir örneği olarak anlaşılabilir. Şöyle diyor Tolstoy, 'Sadece Tanrı'ya inandığım anlarda yaşamış olduğumu hatırladım. Bu geçmişte nasılsa, bugün de öyleydi. Yaşamak için Tanrı'nın varlığının farkında olmaya ihtiyaç duyuyordum. O'nu unutmaya, ya da O'nu inkar etmeye göreyim; ölüyordum. Bu canlanma ve ölme neyin nesi? Tanrı'nın varlığına olan inancımı yitirdiğimde yaşamıyorum. Şayet O'nu bulmaya yönelik içimde bir umut kırıntısı olmasaydı, kendimi çoktan öldürmüştüm. Sadece O'nu hissettiğimde ve bulmaya çalıştığımda yaşıyor; gerçekten yaşıyordum. 'Daha ne arıyorsun?' diye haykırdı içimdeki bir ses. 'Bu O. O, onsuz yaşanılamayandır. Yaşamak ve Tanrı'yı bilmek aynı şeylerdir. Tanrı var oluştur. 'Tanrı'yı arayarak yaşadın mı, bir daha Tanrısız yaşayamazsın.' (Tolstoy, İtiraflar, 74).
İmanı, var olma cesareti olarak okuduğumuz zaman, hayatın anlamı da, kendini inşa etmenin ötesine geçiyor ve hem hayatımız daha anlamlı oluyor, hem de bu anlamı bizim yaratıcı yetilerimiz zenginleştiriyor. Bu, Tanrı'nın her şeyi kuşatan rahmet denizinin içine kök salmak gibi bir şey... Bu, Yüce Allah'ın 'insana şah damarından daha yakın' olduğunu derinden kavramak demektir. Bu 'dosdoğru olmayı' başarmak demektir.
İSLAM'IN TEMEL AMACI
İslam'ın en temel amacı, insanın hem düşünce, hem de davranış planında dosdoğru / dürüst olmasını sağlamaktır. Aslında Allah'ın varlığına ve birliğine iman da, temel İslami ibadetler de, özü itibarıyla bu amaca yöneliktir. Bunun için de, öncelikle insanın kendi varlığının, insan olduğunun farkında olması ve Allah'tan herhangi bir şeyi gizlemenin, saklamanın mümkün olmadığını bilmesi gerekmektedir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 'Gerçek şu ki, insanı yaratan Biziz ve onun iç benliğinin / nefsinin ona ne fısıldadığını Biz biliriz; çünkü Biz ona şah damarından daha yakınız' (50/16). Yüce Yaratıcı'nın her şeyi bildiğini bilmek, insanın aklını, düşünce dünyasını terbiye etmek anlamına gelir.
Hayatın anlamına yönelik her soru, ancak 'var olma bilinci' üzerinden sorulursa anlamlı olabilir. Çünkü insan vardır ve varlığının da farkındadır. Ne var ki, 'var olma bilinci'nin düzeyi ya da etkinliği her zaman arzu edilen düzeyde olmamaktadır. Yüce Allah, insanoğlu için varoluşsal düzeyde önemli bir uyarı yapıyor: 'Allah'ı unutup da, Allah'ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın; onlar yoldan çıkmış kimselerdir”. (59/19). İnsan, hayatını, ancak üst seviyede bir bilgi ve bilinçle inşa ettiği sağlıklı bir imanla daha anlamlı kılabilir.
www.hasanonat.net