İnsan, Allah'ın en güzel şekilde yarattığı (95/4), sadece insana özgü olan birtakım yaratıcı yetilerle donattığı özgün ve özgür bir varlıktır. Her insan, kendisinin biricik, özgün bir varlık olduğunu da bilir. İnsan, aynı zamanda kendi varlığının ve etrafında olup bitenlerin de farkında olan bir varlıktır.
İnsan, iç içe girmiş iki dünya içinde kendini inşa etmeye, varlığını sürdürmeye çalışır. Birincisi, sürekli genişleyen, 13.7 milyar yaşında olduğu söylenen evrenin ortasında baş döndürücü hızla dönüp duran bildiğimiz, şimdilik bizi misafir eden dünya; ikincisi ise, bütünüyle bizim yarattığımız, zihnimizde olan dünya. Hazır bulduğumuz bizim dışımızdaki dünyayı anlamak pek zor değil. İlgi alanımıza giren olay ve olguların var olmasına ve varlığını sürdürmesine imkan sağlayan yasaları, ilkeleri anladığımız ölçüde dış dünyayı, hatta evreni anlama imkanına sahibiz. Dış dünya hakkındaki bilgimizin gerçeklerle ne kadar örtüştüğü her zaman tartışılabilecek bir husustur. Ancak esas sorun, bizim yarattığımız dünya ile ilgilidir.
KALBİ MÜHÜRLÜ İNSAN
İnsanoğlu, kendi yarattığı dünyaya kendisini zincirleyebilen; kendisini mahkum edebilen bir varlıktır. Bunun adı, bazen kendi kendini kandırmadır; bazen akla uygun hale getirmedir; Kur'an dilinde ise, kalbin mühürlenmesidir. Kendi tercihleri, yapıp ettikleri yüzünden kalbi mühürlenen insan çelişkileri göremez, doğrudan yana tavır alamaz ve insan ilişkilerinde adaletli davranamaz. İşte, insanı, kendi yarattığı dünyaya mahkum olmaktan korumak ve kurtarmak için Yüce Yaratıcı vahiy göndermiştir. Peygamberler insanları uyarmışlardır. Kur'an'ın kendini takdimde en sık kullandığı ifade 'mev'ıza' yani 'öğüt' ifadesidir. Bu 'öğüt'ten, 'uyarıdan' yararlananlar, doğruyu bulabilecektir. Yüce Yaratıcı insanları şöyle uyarır: 'Ey insanlar! Rabbinizden size açık bir delil geldi, size apaçık bir nur, Kur'an indirdik. Allah kendisine inananları ve Kitab'ına sarılanları rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak, onları Kendisine götüren doğru yola eriştirecektir'. (4/ 174-175)
VARLIĞININ FARKINDA OLMAMAK
İnsanın kendi yarattığı dünyaya mahkum olmamasının en önemli koşulu, aklı etkin ve doğru kullanmayı bilmektir. Aslında her insan, yaptığı her işin, ne kadar doğru olup olmadığını bir şekilde bilir, hisseder. Bununla ilgili çarpıcı bir örneği Kur'an'da bulmaktayız. Hz. İbrahim, puthanede bütün putları kırar, baltayı da tek sağlam bıraktığı büyük putun omzuna asar. Ertesi gün bu manzarayı görenler, ona putları niçin kırdığını sorarlar. Bunun üzerine Hz. İbrahim, balta kimdeyse, bu işi onun yapmış olabileceğini, ona sormalarını ister. Bu olay karşısında pek kimse, putların hiçbir işe yaramadığını, tapmanın anlamsız olduğunu fark eder. Çıkar ve beklentiler onları 'sen bizi atalarımızın dininden uzaklaştırmak istiyorsun' şeklinde Hz. İbrahim'i suçlamaya yönlendirir. Oysa akıllarının, vicdanlarının sesini dinleyip, kendi gerçeklikleriyle yüzleşme cesareti gösterebilselerdi, Hz. İbrahim'i suçlayarak tatmin olma yerine, gerçeği anlamaya, gerçeğin yanında yer almaya çalışırlardı. Bu örnek, bize, insanın kendi yarattığı dünyanın, toplumsal hayat sayesinde, insanı daha kolay biçimlendirdiğini göstermektedir. Hiç kuşkusuz insan toplumsal bir varlıktır. Ancak bu durum, insanın 'biricik' bir varlık olarak kendini inşa etmesine engel değildir. Varlığının farkında olmayı başaramayan, kendini inşa etmek için insiyatif almayanlar, birtakım toplulukların içinde eriyip gitmeyi yaşamak zannedebilirler.
GURUR VE KİBRİN TUZAKLARI
Varoluşsal bilinç düzeyini yüksek tutabilmek ve aklı etkin kullanabilmek için insanın vahyin desteğine ihtiyacı vardır. Akıl hiç kuşkusuz insana doğruyu gösterir. Ancak aklın yaptırım gücü yoktur. Doğruyu bilmek son derecede önemlidir fakat bilmek, doğru olanı tercih edip, doğruyu gerçekleştirmek için her zaman yeterli olmaz. Zaman zaman insanın gurur ve kibri, doğruyu görmenin ötesinde, doğru olanı tercih etmeyi zorlaştırabilir. Kur'an'dan yararlanabilmek için, her türlü önyargıdan, şartlanmadan, doğruyu görmeyi engelleyen tuzaklardan arınarak Kur'an'a yaklaşmak gerekir. Doğruyu anlamayı engelleyen engellerin başında, insanın yersiz gurur ve kibri gelir. Allah, küfürde direnenlerin/hakikati inkara şartlanmış olanların boş gurura kapılmış ve bu sebepten ayrılığa, yanlış ve eğri yollara sapmış kimseler olduklarını belirtir. (38/2).
ERICH FROMM'UN UYARILARI
İnsan, kendini tanıdığı ölçüde, kendi yarattığı dünyayı tanıyabilir, onun tuzaklarından kurtulabilir. Ancak, günümüz insanın kendisiyle baş başa kalması pek kolay değildir. İsterseniz sözün burasında Eric Fromm'un uyarılarına kulak verelim: 'İnsanın kendi sesine kulak vermesi çok güçtür, çünkü bu sanat, çağdaş insanda seyrek olarak rastladığımız başka bir yeteneği de gerektirir: Kendisiyle yalnız başına kalabilmek. Gerçekten de yalnız kalmaktan çok korkarız; kendimizle yalnız kalmaktansa en değersiz, en hoşlanmadığımız kimselerin yanında olmayı, en anlamsız şeylerle uğraşmayı tercih ederiz; kendimizle karşılaşmaktan ürker gibiyiz. Kendimizin çok kötü bir arkadaş olacağını sandığımız için mi öyle davranıyoruz? Öyle sanıyorum ki, kendimizle yalnız kalmaktan korkmamız daha çok, bu kadar iyi tanıdığımız, ama aynı zamanda bize bu kadar yabancı olan birini görmekten ileri gelen ve bazen dehşete kadar varabilen bir sıkıntı, şaşkınlık ve utanç duygusudur; korkuyoruz ve kaçıyoruz. Böylece, kendi sesimizi dinleme şansını elden kaçırıyoruz ve vicdanımızı bilmezlikten gelmekte devam ediyoruz' (Erdem ve Mutluluk,191).
GERÇEK İNSANI KORKUTUR
Biraz düşündüğümüz zaman, sürekli genişleyen evrende kendimizle, kendi gerçekliğimizle baş başa olduğumuzu derinden kavrayabiliriz. İnsanın biricikliği, bu gerçeğin farkında olmayı, bir sorumluluk olarak bize yükler. Ancak, bu gerçeğin farkında olmak, insanı korkutabilir. Bu yüzden, diyoruz ki, en büyük erdem insanın kendini bilmesi, kendini tanımasıdır. Kendini bilmek, emek harcamaksızın mümkün olmaz. Kendini bilmek cesaret ister.