Belli ki düğmeye basıldı. Birilerinin taze düşmanlık duygularına ihtiyacı var. Müslümanlar aleyhinde güncellenmiş bir kampanya birkaç haftadır tezgâhlanıyordu. Bazı Avrupa şehirlerinde İslam karşıtı gösteriler alevlendi. Ve Müslümanları zan altında bırakacak bir kampanya ilmek ilmek örüldü. Paris'teki saldırıda 12 kişi öldü.
Batılı başkentlerde Müslümanlar çirkin bakışların hedefi oluyor, İslam görünür temsilleri ile hak etmediği muameleye maruz kalıyor.
Siyasette, medyada, hatta sokakta İslam karşıtı bir retorik Batı'da yeni karşılaştığımız bir durum değil elbette. Fakat önemli olan zaman zaman güncellenmesinin arkasındaki yeni planlar, yeni stratejiler. Ve tüm bunlar karşısında Müslümanların verdiği tepkiler, konumlandığı yerler.
Politik boyutları dahil tüm bu arka planla ilgili pek çok okuma yapılabilir elbette. Fakat olayla ilgili ilk söylememiz gereken şey, İslam'a ve Müslümanlara zarar vermekten öte bir sonucu olmayan bu şiddeti kınamak. Zira şiddet hiçbir şeyi çözmüyor, aksine başka şiddetleri doğuruyor.
Değer tanımaz bir grup insanın düşünce ve fikir özgürlüğüne sığınarak Müslümanların değerlerine saldırması, Müslümanları yanlış yapmaya sevk etmemeli. Üstelik sonuçları yine Müslümanların aleyhine dönecek bir saldırının tezgâhına gelmemeli İslam dünyası. Bir tezgâh kuruşmuşsa da akl-ı selim sahibi Müslümanlar şiddete hiçbir surette taraf olmamalı.
Duygusal davranılacak durumlarla akli davranılacak durumların iyi tespit edilmesi gerek.
Önemli olan Müslümanların dikkatlerini zaman zaman provoke edilen bu tür olaylara teksif ederek asıl yapmaları gereken asıl işlerden uzaklaşmamaları. Kalıcı işlere odaklanmaları.
Bu provakatif olayların rüzgârına teslim olmak yerine odaklanılacak bambaşka şeyler var. Bunlardan birisi, Batı’da düşünce özgürlüğüne sığınılarak yapılan nefret söylemlerinin tezatlarına dikkat çekmek ve tutarlılık temelinde Batılı retoriğe karşı etkin mücadele vermek.
Her fırsatta düşünce ve ifade özgürlüğü kartını devreye sokarak Müslümanlar aleyhinde aşağılama ve hakaret etmeyi kendine hak olarak gören Batılılara çifte standartlarını doğru zamanlarda hatırlatmak. Zira herkes biliyor ki, pek çok Avrupa ülkesinin anayasasında düşünce özgürlüğü var ama 'sorumluluk dahilinde bir özgürlük’ten söz ediliyor. Sözgelimi kraliçe hakkında düşünce özgürlüğüne sığınarak istediğiniz şeyi yazamaz ya da söyleyemezsiniz. Sınırlara tabi tutulursunuz. Öte yandan nefret söylemine karşı yasa var. Kimse bir gruba karşı nefret içeren ifadeler kullanamaz, kamuoyunda nefrete neden olacak eylemlere girişemez. Düşünce ve ifade özgürlüğünün herkese olması gerektiği konusunda söylemsel üstünlüğü kazanmadıkça, Batılılara çifte standartlarını sıklıkla hatırlatmadıkça ‘düşünce özgürlüğü’ gayet şık bir paket olarak Müslümanlara karşı hep dayatılacaktır. Değerlerimize hakaret ederken bile…
Söylem üstünlüğü kazanmak ise, arkasında devasa güçlü bir politik duruşu, uzun vadeli saygın bir tavrı ve aksiyoner bir karşı koyuşu gerekli kılar ki, İslam dünyasının durumu bu konularda çok da iç açıcı değil. Saygınlık, aksiyoner duruş, güçlü politik söylem özellikle Ortadoğu Müslümanlarından fersah fersah uzakta.
Bir olaya vereceğimiz tepki, bize aynı zamanda meselenin tüm boyutlarını hesaba katma sorumluluğunu da yüklüyor.