Yaşadığımız dünyada bu kavramların nasıl çarpıtıldığını gördüğümüzde özgürlük ve haktan ne anlamak gerektiği gittikçe daha önemli oluyor. İnsanın hakkı yapabilme kavramı ile çok ilgilidir. Her insan belli potansiyel ile doğar. Her insanda, Latinlerin deyimi ile bir vis existendi, var olma gücü, bir de potantia agendi var, bir şeyi yapabilme, potansiyeli. Bundan dolayı da insanın hakları var. Çünkü o insandır ve belli yeteneklerle, belli olanaklarla doğar. Bazı felsefecilerin ifadesiyle 'insan', 'olanaklar varlığıdır'. Dolayısıyla, özgürlüğün o olanakları gerçekleştirme ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Mademki böyle olanaklarla donatılmışım, o halde bu olanaklarımı gerçekleştirme hakkım var. Ancak bu olanaklarımı gerçekleştirecek ortamlarım, yaşam alanlarım var mı? Özgürlük, buna bağlıdır. Özgürlük, o anlamda bir bilinç işidir öncelikle. Siz olanaklarınızın farkında değilseniz özgür olamazsınız. Örneğin, annesi izin vermediği için evinden çıkamayan kız, 'ah bir çıksam' diye düşünüyor. Onu bizim kültürün deyimiyle ya davulcu ya zurnacı bekliyor. Çünkü bilinci o kadar. Özgür olmak, bir erkekle sevişmekten ibarettir.
Batı dillerinde ne liberte ne freedom ne freiheit dediğiniz zaman Türkçede olduğu gibi 'özün gür oluşu' çıkıyor. Oradaki özü olanak olarak anlarsanız, imkanlarımızın gür, güçlü, zengin olduğunu görebildiğimiz oranda potansiyel olarak özgürlük başlıyor: 'Demek, ben keman çalabilirim, baba bana bir keman al.' Bakıyorsunuz, yeteneğiniz var, ritim duygunuz, müzik kulağınız var. Yine de babanızın size keman almaması söz konusu olabilir ya da keman çalmayı öğretecek öğretmen ya da kurum bulunmayabilir. O zaman olanaklar vardır, siz de farkındasınızdır ama onu gerçekleştirebilecek koşullar yoktur.
Dolayısıyla, öyle anlaşılıyor ki, özgürlük kazanılacak bir şeydir. Diğer bir deyişle, anamın karnından özgür olarak doğmuyorum. Belki orada 'insan özgür doğar' diyen Rousseau'ya şöyle hak verilebilir, anamın karnından özgür olma kuvvetiyle, potansiyeli ile doğuyorum. Özgür olabilecek bir varlık olarak doğuyorum. Özgür olarak değil. Yine de örneğin Freudgil bir teoriyle bakarsanız üç yaşınıza kadar olanaklarınızın müthiş ölçüde sınırlandığını görebilirsiniz. Okula gittikçe, yeni şeyler öğrendikçe, belki de olanaklarınızın gittikçe azaldığını da görme olanağınız da var.
***
Özgürlüğümüz özerkliğimize bağlı. Özerk olamadıkça özgür de olamayız. Bu ne demek? Özgür olmayı, olanaklarımızı görmek olarak tanımladık. Olanaklarımızı görmek ve gerçekleştirmeye çalışmak. Olanaklarımızı görmek bilgi işi, gerçekleştirmeye çalışmak özerklik işi ve bizim irade gücümüze bağlı olan bir şey. Özerklik, olanaklarımızı gerçekleştirirken kendi başımıza, kendi irademizle bu işi yapmamız demektir. Başkalarına bağımlı olarak, emirlerine uyarak değil. Padişah istiyor diye keman çalınırsa, ancak mutsuz olunur. O bakımdan özerklik çok önemli.
Tam da burada Eski Yunanların çok üzerinde durduğu cesaret devreye giriyor. Çünkü özgür olabilmek cesur olabilmeyi gerektiriyor. Belirlenmişliklerin içinde olanaklarımı geliştirebilecek bir cesaret. Tabii bu da özgüven ile olacak bir şey. O cesaretle olanaklarımı geliştirecek, kendi kararımla gerçekleştireceğim.
***
Çağımızdaysa, insanın özerk olma cesareti, karar verme gücü büyük bir tehlike yaşamaktadır. Önünde hem toplum olarak hem birey olarak özgürlüğünü gerçekleştirmedeki en büyük engel, o özgürlük bilinci ile ilgilidir. Çünkü bir insanın özgürlüğünü elinden alıp onu özgürlükten yoksun bırakmak, artık eskiden olduğu gibi yalnız onu zindana atmakla değil, eğitmekle de olanaklıdır. Onun bilincinin içine girdiğiniz zaman, onu yönlendirme olanağınız da olabilir. Bir 'özgürcülük oyunu' diyebiliriz belki buna. 'Özgürüz değil mi çocuklar? Haydi Washington'da Beyaz Saray'ın etrafında şu pankartlarla dönün'. 'Özgürsün sen özgürsün, aslansın!' '-Amca ben özgür müyüm? -Özgürsün evladım. Amcanın dediğini yap, özgürsün.'
Dolayısıyla işimiz çok zor, inanılmaz bir propaganda bombardımanı var. İnternet var, gazete, televizyon, radyo, teknoloji, eğitim... var.
Dünyada sürekli olarak bu temel hak ve özgürlüklerin vurgulanması varsa, orada dönen dolaplar var demektir. Eski Yunan'da Delfi Tapınağında iki şey yazıyordu. 'kendini bil' 'ölçüyü kaçırma'. Demek ki, onların kendilerini bilme ve ölçüyü kaçırmada sorunları vardı. Ayrıca iyi ki kaçırmışlar, çünkü akıllı olmak biraz da çılgın olmakla olanaklı. Çılgınlık da özgürlük olanağı çünkü.