Ülkemizde ve ülkemizin yakınlarında, uzaklarında da, canlar birbirini öldürüyor. Neredeyse yirmi yıl önce geliştirmeye çalıştığım can ahlakı kavramını okura hatırlatmak istiyorum. Can ahlakı hem anlamsız savaşlara hem de ötekiyle birlikte yaşamamızı engelleyen güçlere karşı geliştirilen bir ahlak anlayışıdır.
Canın olduğu, olabileceği her yere, her şeye karşı sorumluluğum var. Can sözcüğünün farklı anlamlarının sağladığı olanaktan yararlanarak, sorumluluk, belli anlamıyla 'saygı' temelli bir 'ahlak' öneriyorum: Can ahlakı!
Can: Canlı olan Dirim. Toprakta can var, havada, suda. En geniş anlamıyla evrende can var. 'Animizm' savunusu yapmıyorum. Dünya gezegenindeki deneylerimizin, bu deneylerimizden devşirdiğimiz bilgilerin ufku içinde, canın olabileceği, canlının ortaya çıkabileceği, en azından biz canların iletişime, etkileşime geçebileceği evrenin her parçasından sorumluyuz
'Ne sorumluluk böyle!' diyebilirsiniz Bilgimin, iletişimimin, etkileşimimin uzanabildiği her şey yaşama alanım, düşünme, duyma alanım, benden bir tavır bekliyor. İnsan bir candır, canlıdır, duyma, düşünme, en genel anlamıyla gönlüyle gerçeklikle ilişkiye geçen bir varlıktır. Çevresine (fiziksel, düşünsel, toplumsal, manevi çevrelerine... ) can verir, çevresinden can alır (olumsuz anlamıyla da!).
Cana, canlılığa olan saygı, onların üstüne titreme, bizi ağaca, kuşa, kurda, böceğe, toprağa... da ahlaksal önem vermeye götürüyor. Onlarla ahlaksal ilişkiye sokuyor bizi. Bizden biridir her can! Cana karşı sorumluyum.
Burada 'sorumlu'yu hem aksayan bir işin, bir sürecin nedeni olan anlamında hem de bir görevin yürütülmesini üstlenen biri olarak anlıyorum. Böyle bir sorumluluk duygusu, bu dünyayı değiştirebileceğimiz, değişimine katkıda bulunabileceğimiz, eylemlerimizi tasarladığımız yönde denetleyebilip sonucunu alabileceğimiz gibi inançlarımızla birlikte gidiyor Dünya kimden sorulacaktır? Evren kimden? Can kimden? Sorumluluk ona yüklemeye çalıştığım farklı anlamlarıyla üzerimizdeki güçlere karşı (doğal, toplumsal, kültürel, ideolojik...) direnmeyi de anlatıyor.
***
Ya can? 'Can'dan ne anlamalıydık? Önce 'ten'i. Ten ölümlüdür. Bedenimiz. Can ahlakı doğum ve ölümle ilgili ahlaktır da. İnsan ana rahminde dölüt (cenin) haline gelince ahlak alanı içine giriyor.
Can yalnız tenden oluşmuyor. Canın, tene 'can' katan, düşünce, 'akıl', duyguyu da içeren 'gönül' yanını unutmamalı. Ten gönülle birleştiğinde canı oluşturuyor.
Canlar yok edilebiliyor, kendilerine yabancılaştırılabiliyor. Salt çıkarını, elde edeceği fiziksel ya da toplumsal, politik zevklerin peşinde 'ruhsuz' tenlerde can kalmıyor. Yaşadığımız çıkar-yoğun dünyada, can olamamış 'beden hortlaklarıyla' yaşıyoruz! Tenimize karışılıyor, canımıza. Nasıl koşacağımız, yürüyeceğimiz, sevişeceğimiz, dans edeceğimiz, güleceğimiz, düşüneceğimiz, duyacağımız buyruluyor bize. Can iç ve dış özgürlüğün ürünüdür, bir anlamıyla. İçimizde, kafamızın içinde, yüreğimizde, duymalıyız özgürlüğü; dışımızdan varlığımızı yok eden baskılar gelmemeli.
Can ahlakı, canın, oluşumuna, iç gelişimine, çevresiyle olan ilişkisinin 'canlı' kalmasına katkıda bulunacak düzenlemeleri isteyen, kısaca, evrendeki yaşamın sürekliliğinin, yaşamın yaratıcı atılımlarla gelişmesinin yanında olan ahlaktır. Yaşama hakkına sahip otlardan, böceklerden, insana değin uzanan zincir içinde, hangi eylemin yaşamı evetleyip, hangisinin ölüme yardımcı olduğunu bilebilmek çok zordur. Ayrıca ölüm, hayatın bir parçası değil midir? Şunu savunuyorum: İnsanların yakıldığı fırınlara, gaz odalarına, kitleleri, ulusları yok eden silahlara, teknoloji ve bilimin, yönetim biçimlerinin teni ve canın yaşamasını engelleyen gidişine hayır demektir can ahlakı.
***
Bu amaçla, can-ten birlikteliğini bozup, insanı bedeninden utandıran, koparan, uzaklaştıran, gönlünün gelişimini engelleyen, insanın içindeki başkalarına saygılı, cana saygılı yaşama sevincini öldürmeye yönelik, 'canlar' değil de 'hortlaklar' yaratan ahlak düzenlerine karşıyım.
Şimdi sıra okurda: Hayatımızdaki hangi eylemlerin can ahlakına uygun, hangilerinin karşı olduğunu tartışsın. Canlara tartışmak yaraşır.