Çetin sınavlardan geçiyor ülkem. Ülkenin var oluş sorunlarını derinden duyuyoruz. Nedir sözünü ettiğim varoluş sorunları? Demokrasi edebiyle, iç ve dışımızda yaşadıklarımızın doğurduğu sıkıntılardan söz ediyorum.
***
Dışımızdan başlayayım. İnsan komşularıyla var olan bir varlıktır. Suriye'de olup bitenlere karşı tavrımız demokrasi edebine uymakta mıdır? Sanırım yöneticilerimiz bu topraklarda dönen oyunların farkındadırlar. Ağır bir kıyım yaşanmakta komşumuzda. Biz bu kıyımın neresindeyiz? Demokrasi terbiyesi almış, bağımsız, kendi başına karar alan bir ülke olarak davranabiliyor muyuz? Irak'ta oynanan oyunun benzeri mi oynanmaktadır Suriye'de? Bağımsız bir ülke, başka ülkelerin bağımsızlıklarına saygı göstermez mi? Bir akademisyen olarak, donanımına, zekasına, özgün bakışına saygı duyduğum dışişleri bakanımızın komşularımızla olan ilişkilerimizde yaşadığımız sorunlara içtenlikle çözüm aradığına inanıyorum. Elbette kısa vadeli başarısızlıkların uzun vadede bir başarı olabileceğini unutmamak gerekiyor. Benzeri bir durum kısa vadeli başarıların uzun vadede başarısızlığa dönüşmesi ihtimalini de gözden uzak tutmamamız gerektiğini düşündürüyor. Davutoğlu muhalif kanattan ağır eleştiriler alıyor. Bir kısmı çok insafsız, çok erkenden yapılmış eleştiriler. Suriye'de olup bitenler nasıl bir dönüşüm gösterir henüz bilmiyoruz. Yine de demokratik, bağımsız, kendi başına karar alabilme gücüne sahip, etkin bir ülke gibi davranamadığımızı düşünüyorum. Esad rejimiyle sağlıklı bir iletişim kuramadık. Orada dökülen kanı durdurabilmek için diyalog çabalarına yeterince giriştiğimizi sanmıyorum. Bir yerlerde yanlış yaptık. Uçağımızın düşürülüşü ile ilgili yeterince bilgili ve güçlü biçimde duramadık dünya kamuoyu önünde. Hala yapılacak işler vardır, kanın bir an önce durdurulması için. Yoksa Esad'ı düşürmek için daha çok kan akmasına göz mü yumacağız?
***
Gelelim son zamanlarda içimizde olanlara. Demokrasi kültürümüzü, adalet duygumuzu derinden yaralayan kararları yaşamaktayız. Yıllardır içeride yatıp da suçunun ne olduğu yeterince açık olmayan milletvekili, gazeteci, muhalif kardeşlerimizin durumu, demokrasi edebini yeterince yaşayamadığımızı, bizim gibi olmayanlara karşı içten içe yaşadığımız öfkenin, hıncın bir türlü bitmek bilmediğini gösteriyor. İleride bu yaşadıklarımızdan utanacağız. Ömrümüz yetmeyebilir, yapılan haksızlıkların anlaşıldığını görmeye ama çocuklarımız bunu bize yaşattıranları bağışlayamayacak.
'Daha derslerini almadılar' diyor birileri. 'Bunları serbest bırakırsak yeterince kırmamış oluruz bellerini.' Bir yerlerden kararlar alınıyor, yandaş medyada yayınlar yapılıyor nasıl oluyorsa yargıçlarımız bu alınan kararlara uyuyorlar. Böyle bir ülkede edepsizdir demokrasi. Adaletsizdir.
***
İktidarın tavrında Alevilere karşı anlayışsızlık var. Nedense onların yaşama biçimini kabul eder görünüp bir türlü kabul edemiyorlar. Cemevlerini ibadet yeri olarak kabul etmeye bir türlü yanaşmamaları, onların inançlarını kendilerince yaşamalarını bir türlü meşru görememeleri, bu ülkede yaşanmaya çalışılan demokrasinin ne denli eksik olduğunu bize gösteriyor. Yazık ki bu ayıbımızı bir türlü düzeltmek istemiyoruz. İktidarın kendisi gibi yaşamayan, dünyayı kendisi gibi algılamayan vatandaşlarına anlayışsızlığı sürüyor. Bunu böyle söylüyorum çünkü iktidar demokrasi vaadiyle iktidara gelmişti. Demokrasiyi gerçekleştirmek bizim gibi ülkelerde kolay değil. Belli bir plan yapılıp, demokrasi önündeki engeller adım adım kaldırılabilir.
Bunun zorluğu önemli ölçüde inancımızı nasıl yaşadığımızda, bizim gibi inanmayanlarla ilişkinizde yatıyor. Kendimizin tek doğruyu bilen, hep haklı olan biri olduğunu, kendi inancımızın dışındakilerin sürekli olarak yanlış yaptığını düşündüğümüzde, demokrasi edebini edinemediğimizi göstermiş oluruz. Yazık ki iktidar, hep haklı görünmeye devam ediyor. Zaman zaman kendi içlerinde özeleştiri örnekleri görüyorsak da iktidarı kazanmanın, hep güçlü, hep haklı olmaktan geçtiği sanısı çok baskın onlarda. Bu tutumları sürdüğü sürece bu ülkede demokrasi yeterince güçlenemez.
Demokrasi kültürü eksikliği, insan saygısının gerektiği gibi ortaya çıkamayışı örneğini bir iktidar milletvekilinin oğlunun polise karşı davranışında yaşadık. İktidar burada özeleştiri yapabildi. Demokrasi adına olumlu bir davranıştı.
Yıllardır bu köşede şu tezi savundum: Söyleyiş tarzımız, söylediğimiz konuya dahildir. Doğruları yanlış bir biçimde, örneğin öfkeli, hakaret dolu bir ifadeyle söylüyorsak, doğrularımız zedelenir. İletişim uzmanları başka türlü düşünebilir konuşma tavrımızın sadece sonuçlarına bakarak, oysa demokrasi adabı, hakikate olan saygımız retorikle yapacağımız etkinin çirkinliğini söyler bize.
Bu sözleri Kılıçdaroğlu'nun belki de başbakanımızın üslubunun etkisinde kalarak öfkeli konuşmalarını doğru bulmadığımı belirtmek için söylüyorum. Hakaretten, acele genellemelerden, desteksiz sözlerden kaçınmak gerek. Haklı olan kızmaz, küçük görmez, saldırmaz. Demokrasi ruhunun üslupla ne denli ilgili olduğu bir gün anlaşılır umarım.