Başbakan Davutoğlu’nun seçim beyannamesinde açıkladığı, özellikle Türkiye’nin gelir dağılımına ve paylaşım sorunlarına dönük çözüm önerileri; AK Parti’nin yeni dinamizminin bu defa sadece ekonomik büyümeye değil paylaşımı ve büyümeyi birlikte ele alan sosyal-politik bir yaklaşıma dayandığını gösteriyor.
Bilhassa ekonomik büyümeyi mevcut düzeyde sürdürmenin yetersiz kaldığı, bunun sınırlarına dayandığı bir ortamda, Türk ekonomisini daha üst bir seviyede yeni bir büyüme rotasına sokacak makro projelerin ortaya konulmasıyla birlikte, beyannamede yer alan sosyal politika kapsamlı projelerin önem kazanması, konunun yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor.
Küresel piyasada olmak
Bütün ekonomilerde sorun büyüme ve paylaşma konusunda genellikle bir öncelik sorunu olarak ele alınır. O çok bilinene ifadeyle ‘pastayı büyütmeden neyi paylaşacağız’ gibi kalıplaşmış sözler söylenir. Oysa nüfusun yapısında, Keynes’ten önce de bildiğimiz, ‘dinamik yoğunluk’ kavramı, bize bunun doğru olmadığını söyler; yani bir ekonominin insan kaynaklarında yaratıcılık, üretkenlik, meslekleşme ve beceri oranının yükseliş trendi, şehirleşme oranı toplumsal hareketliliği motive ettikçe, bu durum kaçınılmaz olarak ‘yeni üretim imkânlarıyla birlikte yeni bir talep’ yaratır. Dolayısıyla büyümenin harekete geçirdiği birçok sorun, bu ‘yeni toplumsal aktörler’ tarafından onların hem üretim gücüyle hem de oluşturdukları yeni taleplerle çözüme kavuşturulabilir.
Türkiye ulaştırma sektöründen başlayarak nükleer santrallara varan birçok alanda alt yapı çalışmalarını tamamlayarak ekonomik büyümeyi belli bir yere taşıyacak girişimlerde bulunmuş, başka bir ifadeyle üretim faktörlerini harekete geçirmiştir. Üçüncü köprü, yeni uluslararası havalimanı, üç katlı boğaz tüp geçiş projesi, Körfez geçiş projesi gibi büyük yatırımlardan sonra, şimdi doğrudan doğruya belli ‘sektörlerde yoğunlaşmış milli sanayi projeleri’ devreye girmiştir.
Küresel çağda, ‘piyasa’ kavramı ulusal ölçekten, adı üzerinde yerküreye yayılan bir değişim geçirmiştir. Buradaki rekabetin içerisinde ‘düz bir liberal mantıkla’ anlaşılamayacak gelişmeler söz konusudur. ”Milli ölçekte yapılan planlamalarla, hazırlanan projelerle ‘küresel düzeydeki üretim unsurlarından’ milli ekonomiye pay almak veya katmak söz konusudur.”
Birlikte büyümek
19. yüzyılın sonunda Alman iktisatçısı Frederich List başta olmak üzere, milliyetçi iktisat anlayışının dayandığı içe dönük büyüme anlayışı ve onun belli sektörlerde entegrasyon yarattıktan sonra dışarıya yayılması fikri, sanayi çağının politikalarına işaret eder.
“Bugün Türkiye yerli sanayi konusunda yeni bir atılım yaparak, aslında bir anlamda ‘küresel piyasaların’ geçerli olduğu bir dünyada iddia sahibi olmak istemektedir. Burada devletin, bilimsel faaliyet alanlarının, girişimcilerin, yaratıcı düşüncenin ve elbette ki ekonomik politikaların, kamu-özel ayrımı olmadan yeni büyüme stratejisinde bütünleşmesi gerekmektedir.”
Başbakan Davutoğlu’nun açıkladığı sosyal politikalara, kaynakları itibarıyla bir maliye politikası açısından bakmak meseleyi dar ‘bürokratik zihniyet’ içinden okumak olacaktır. Türk ekonomisi büyüdükçe, bu bahsedilen yeni stratejinin harekete geçirdiği dinamiklerle, iç talebin canlanmasının yarattığı etki ‘dinamik yoğunlukla’ etkileşime geçerek; yeni üretim alanlarının ortaya çıkmasını teşvik edecektir. Bu kez Türkiye büyümeyi paylaşımla birlikte gerçekleştirecek yeni bir politika önermektedir. Paylaşılan her değerin toplumun alt gelir gruplarından yukarıya doğru eğitimle, meslekleşmeyle, toplumsal hareketlilikle, talep yapısının farklılaşmasıyla, üretimde dönüşüm yarattığını bilerek yapılan bir tercihtir bu.
Mesele bir maliye politikası değil, sosyal ve ekonomik kalkınma politikasıdır.