Eğitim alanında baş döndürücü bir hızla yenilikler değişimler yaşıyoruz. Her gün yeni bir haber duymaya başladık. On yıldır bu değişim tüm hızıyla yaşanıyor. Biz kendi içimizde tartışıyor, itiraz ediyor ya da destek veriyoruz. İyi ama dünya bu alanda bizi nasıl değerlendiriyor diye düşünüp araştırmaya başladım. Daha taze olan Dünya Bankası raporuna ulaştım. Dünya Bankası'nın en önemli tespiti, 'tüm dünyada aklı başında hükümetlerin kalkınma hedefine ulaşmak için eğitimde başarıyı olmazsa olmaz olarak görmeleridir'. Şunu da ekliyor: 'Ekonomik kalkınma alanında elde edilecek uzun vadeli kazanımlar için önemli olan, sistemin sunduğu eğitimin kalitesidir. Bu nedenle, öncelikle çocuklarımızı iş piyasasının gerektirdiği becerilerle donatmalıyız'.Dünya Bankası diyor ki, eğitim sisteminizi hayatın içine alın. Okulu yeniden tanımlayın.
Raporda temel eğitimin, son yıllarda erişim açısından çok iyi olduğu, yüzde 98,4'e ulaştığı belirtiliyor. Ama halen bölgeler arası sorunların tam çözülemediği belirtiliyor. Bu temel eğitimde okullaşmanın artmasını neye bağlarsınız bilemiyorum. Eğitimde kalite, yani kaliteli eğitime vurgu yapılıyor. Ekonomik büyüme ve gelişmenin sürdürülebilirliği için kaliteli eğitimin şart olduğu belirtiliyor.
Raporda en fazla okul öncesi eğitime değiniliyor ve Türkiye'nin bu noktada halen ciddi sorunları olduğu belirtiliyor. Oysa erken çocukluk gelişimi (EÇG) eğitimi, çocukların hayatlarının erken dönemindeki fiziksel ve zihinsel gelişimleri için yapılan bir müdahaledir. Uluslararası araştırmalar, EÇG müdahalelerinin, özellikle düşük gelirli ülkelerde yoksulluğun ve eşitsizliğin nesilden nesle geçmesini engellemenin en iyi araçlarından biri olabileceğini gösteriyor. Bu alanda ülkemiz bir türlü istenen atılımları yapamıyor. Oysa üniversite okuyan öğrenciye yaptığınız 1 liralık yatırım 2 lira olarak dönüyorsa okul öncesine yaptığınız 1 liralık yatırım 20 lira olarak size geri dönüyor.
Ama ben raporun en fazla öğretmen kısmına takıldım. Öğretmenlerin yüzde 50'sinin 30 yaşın altında olması, atamalarının alelacele yapıldığının göstergesi olarak görülüyor. Türkiye'de öğretmenlerin sadece yüzde 5,8'inin yüksek lisans yaptığını oysa OECD ortalamasının yüzde 32 olduğu belirtiliyor. En ilginç tespit 65 eğitim fakültesi olmasına rağmen öğretmen eğitiminin uygulamaya dayanmaması. Yani eğitim fakülteleri öğretmen yetiştirirken öğretmenleri uygulamanın dışında tutuyor.
İşte bu çok önemli. Düşünün bu ülkede 40 binden fazla okul var. Bu okullarda 700 bin sınıf var. Ama eğitim fakülteleri bu sınıfları kullanarak öğretmen yetiştirme yerine üniversitelerde kapalı okullarda öğretmen yetiştirmeye çalışıyor. Okulu bilmeyen, uygulamanın dışında mezunlar, öğretmen olarak görevlendirildiğinde sonuç maalesef başarısızlık oluyor. Bu konuda ABD bizden çok çok önde. Birçok eğitim fakültesi öğretmen yetiştirmede okulları kullanarak eğitim yapıyor. Wheelock College, bunun en güzel örneği. Geçtiğimiz günlerde bu kurumla Bahçeşehir Üniversitesi anlaşma imzaladı. Buna göre Türkiye'de ilk kez Bahçeşehir Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencilerini okulda yetiştirecek yani Türkiye'nin ilk 'okulda Üniversitesi'ni açıyor.
Yine raporda eğitime yapılan yatırımların karlılığı ifade edilerek toplumun uzun süre bundan gelir elde ettiği belirtiliyor. Eğitimde Türkiye'nin en büyük sorunlarından birisi de hesap verebilirlik mekanizmasının işlememesidir. Eğitim kurumları hesap vermemekte yöneticiler de hesap sormamaktadırlar deniliyor. Raporun sonuç bölümünde de, 'Türkiye eğitime erişimi yaygınlaştırmışsa da, hala birbiriyle ilgili iki cephede önemli zorluklarla karşı karşıyadır: Kalite ve eşitlik. Türkiye'nin eğitim sistemi, ülkenin büyüme ve rekabet hedeflerine göre düşük kalitededir ve birçok OECD ülkesine göre eşitsizdir' deniliyor. Şimdi soru şu: Son yıllarda yapılan değişimler bu sorunları çözebilecek düzeyde mi?