Bir medeniyetin maddi unsurları kadar manevi unsurları da önemlidir ve bu maneviyatı inşa eden kültürdür, fikirdir, müziktir, şiirdir ve hikâyedir. Bir de bu inşa sürecini sırtlayan, tarih yapanlar vardır. Filozoflar, fikir adamları, devlet adamları ve sanatçılar ülkeleri, toplumları yeniden kurar ve ayakta tutarlar.
Sanat, şiir, müzik sadece hisleri tatmin eden bir duygu boşalımı değildir. Her büyük sanat eserinin ardında bir fikir ve mefkûre vardır. Mesela Itrî'yi, Sinan'ı, Bâki'yi, Mevlana'yı ortaya çıkaran sadece onların kendi kişisel dehaları değildir. Her biri tarihin içinden bir akıl ile ruh geleneğinin süzülüp gelmiş, mensubu oldukları milletin ortaya çıkardığı zirve değerlerdir.
Sezai Karakoç da öyledir. Daha çocuk denebilecek yaşlarda fark edilmiş dehası, derinliği, fikir ve gönül ihtişamı ferdidir ama aynı zamanda şiirleri ve fikirleri medeniyetimizin her anlamda vücut bulduğu, geleneği bugün de yaşatan bir sürecin temsilcisidir.
Diriliş
Büyük medeniyetler, fikirler ve fikir adamları kendi kavramlarını üretir, kendi kavramlarıyla konuşurlar. Kendi kavramlarını inşa edemeyenler dışarıdan tanımlanır ve kategorize edilirler.
Üstad Sezai Karakoç da en çok diriliş kavramı üzerinde durmuş, bu kavram etrafında fikir kitapları yazmış, şiirler yazmış, bu isimde bir siyasi parti bile kurmuştur.
Peki, ama neyin dirilişi? Diriliş derken çökmüş olanın ayağa kalkması. Yıkılmış olanın inşa edilmesi. Küllenmiş bir ateşin yeniden alevlenmesi!
O İslâm medeniyetinin yeniden dirilişinin geleneği körü körüne taklit etmeden, gelenekten beslenerek yenileşme ve çağın isteklerine cevap vermenin hem teorisini hem de pratiğini kurmuştur. Onun şiiri bu medeniyetin nasıl başkalaşmadan yenilenmesi gerektiğinin manifestosu gibidir.
Sezai Karakoç medeniyetin maddi ve manevi unsurlarını da kuşatan, ruhunu diriltmeye çalışan birisidir. Fikrini sanatla, estetiği mefkûreyle, bugünü geçmişle buluşturan bir fikir adamıdır.
Üstelik Sezai Karakoç bunu 1960'lardan 1992'ye kadar aralıklarla çıkardığı Diriliş Dergisi'nde başlayan yazılarıyla Diriliş fikrini sistematize etmeye çalışarak yapmıştır. Söylemesi kolay. Karakoç bunu Batı'nın ve Batıcıların hegemonyalarının en şedit zamanında söylemiş ve yazmıştır. Bunu yaparken de gücü gelenekten, tarihten ve medeniyetimizden almıştır. Bu bakımdan söz konusu kültürel hegemonya karşısındaki bu özgüveniyle kendisinden sonra gelenlere örnek olması gereken biridir. Bu şu mısralardan da bellidir:
"Seni yok sayacaklar.
Sen daha çok var olacaksın."
Sezai Karakoç Şiiri
Fuzûlî, Bâki, özellikle de Şeyh Galip'e dayanan ve fakat söyleyiş biçimiyle yepyeni, öncesi olmayan, büyük bir şairdir. Bu şiir yeni medeniyet tezinin sanatta nasıl tezahür edeceğinin göstergesi gibidir. Arkasında yüzyılları aşıp bugünle sentezlenen bir fikriyat ve hissiyat vardır.
Entelektüel kaynakları(!) Instagram veya Twitter'dan; düşünceleri sosyal medya aforizmalarından ibaret birilerinin onu sadece Mona Roza şiiriyle anmaya çalışmaları da Sezai Karakoç'u anlamamaktan ibarettir. Karakoç şiiri bir medeniyetin dirilişinin manifestosudur.
"Batılılar!
Bilmeden
Altı oğlunu yuttuğunuz
Bir babanın yedinci oğluyum ben
Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden"
2000 yıl boyunca vatansız kalan Yahudiler'i ayakta tutup yeniden bir araya gelmelerini sağlayan tek şey ellerindeki kutsal metinleriydi. Bizim medeniyetimizin elinde kalansa çok fazla şey var. Bunlardan biri de kuşkusuz şiir. Şiir İsmet Özel'in (Allah ona uzun ömürler versin) dediği gibi bir medeniyetin miğferidir. O miğferin de dayandığı bir fikriyat, hissiyat ve felsefe vardır. O miğferlerden birinin "dünya sürgünü" bitti. Ama tam da onun dediği gibi:
"Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğinde
Bir kış güneşliğinde
Fakat baktım bu ölüm değil, diriliştir
Tabiatı aşan bir bildiriştir!"