Aslında bu yazıya böyle başlamayacaktım. Tam bu yazıyı yazmak için oturduğumda sosyal medyada bir hadiseyi görünce nutkum tutuldu. Hikâye şöyle başlıyor: Gencecik bir çift en mutlu anlarını, nişan fotoğrafını sosyal medyada paylaşıyor. En güzel, en mutlu hallerini yakınlarıyla paylaşıp anı ölümsüzleştiriyor. Sonra ne mi oluyor? Onlarca, yüzlerce mahluk bu fotoğrafın altına sosyal medyadan hakarete, aşağılamaya başlıyor. Niye mi? Çünkü fotoğraftaki kız başörtülü! Çünkü başörtülülerin mutlu olmaya, güzel olmaya, nezih bir nişan merasimi düzenlemeye hakları yok! Aradan aylar geçiyor ama bu sosyal medya lincinden şimdi haberimiz oluyor. Çünkü maalesef fotoğraftaki kardeşimiz Hakk'ın rahmetine kavuşuyor.
Hep söylüyorum: Dünyada İslâm karşıtlığının da, Türk karşıtlığının da merkez ülkelerinden biri maalesef Türkiye. Artık Türkiye'de vesayetin çökertilmesi ve devletin demokratikleştirilmesi dolayısıyla İslâm düşmanlığını silah zoruyla, devlet gücüyle uygulayamayan mandacı İslâm düşmanları şimdi güçleri yettiği kadar sivil alanlarda bunu devam ettirmeye çalışıyor.
Özel sektörde işe alımlarda ve terfilerde; kafeler, parklar, restoranlar ve plajlar gibi kamusal alanlarda taciz ve ayrımcılık biçimlerinin devam ettiğini, bazı alanların kurtarılmış bölgeler gibi görüldüğünü önceki yazılarda anlattım. Ama muhafazakârların, özellikle de muhafazakâr kadınların tüketim pratikleri hedef haline getiriliyor.
TÜKETİM MESELESİ
Şöyle bir tuhaflıkla karşı karşıya kalıyoruz: Bu ülkenin büyükşehirlerinin en pahalı semtlerinde, en pahalı evlerinde oturanların CHP'ye oy verdiği sandık sonuçlarında net bir şekilde ortada. CHP'nin en düşük oy aldığı yerde bile oran %85'in altına düşmüyor ki bu meselenin sınıfsal boyutuna işaret ediyor. Bu 2002'de de böyleydi, halâ böyle. Hiç değişmiyor. Yani muhafazakâr milliyetçi kitleler hâlâ toplumun işçi, köylü, taşralı veya yeni-kentli kesimlerinden, bir ölçüde de yeni orta sınıflaşan çok da geniş olmayan bir toplum kesiminden oluşuyor.
Hâl böyleyken, pahalı semtler, iyi arabalar, belli AVM'ler, merkez üniversiteler, popüler kafe ve restoranlar adeta Batıcı kitlenin kurtarılmış bölgeleri olarak algılanıyor ve kurtarılmış bölgelerinde bir muhafazakâr görüldüğü zaman linç başlıyor. Önce oradan istenmedikleri hissettiriliyor; bakışlar, oflamalar başlıyor ve tuhaf bir şekilde o muhitte hizmet sektöründe çalışanlar da bu ayrımcılık ortamına zaman zaman katılıyor. Mağazaya giren 'seküler görünümlü kadın'a "hanımefendi" diye hitap edilirken, başörtülü kadına "abla, teyze, bacı" gibi hitap şekilleri kullanılıyor.
APARTHEID
Her toplumda ve toplumsal kesimde görgüsüzler vardır. Her toplumda sosyoloji literatüründe Veblen'in kullandığı 'gösterişçi tüketim' bir toplumsal statü kazanma yöntemi olarak kullanılabilir. Buna uzun süre ekonomik ve sosyal sermayeleri ayrımcılıklarla kısıtlanmış muhafazakâr kesim içinde rastlanıyor olması sürpriz de değildir. Ama 'seküler' toplumsallıklarda on yıllardır yaşanan görgüsüzlükleri gündeme getirmeden tekil örneklerle bazı muhafazakârların linç ettirilmeye çalışılması tesadüf değildir. Mesela bir muhafazakâr veya milliyetçi iyi bir evde oturuyorsa hemen yolsuzluk imaları peşinden geliyor.
Mandacılar Güney Afrika'da siyahları kendi okullarına, kendi semtlerine, otobüslerine bile almayan faşizan apartheid zihniyetine benzer bir şekilde iyi yaşamayı, mutlu olmayı, kaliteyi muhafazakârlara hak görmüyor. Ama unuttukları bir şey var: Burası G. Afrika değil, dünya medeniyet merkezlerinden biri Türkiye ve sırf Müslüman Türk kimliğinden dolayı kin kustukları insanlar bu topluma esas karakteristiğini verenler.
Tabii burada bu 28 Şubatçıların linçlerine katılan, mutluluğu, kaliteli ve güzel yaşamayı muhafazakârlara ve özellikle de muhafazakâr kadınlara hak görmeyen; İslâm düşmanlarının linçlerine katılmak için şevkle bekleyen bazı 'mahalle abileri'nin de hakkını yememek gerek. Öğrenilmiş çaresizliğin müthiş bir örneğini oluşturuyorlar.