Kendini solcu sıfatıyla tanımlayanların önemli bir bölümü Gezi ve Kobani olaylarında görüldüğü gibi Batı’nın beğenisini kazanmaya özel önem veriyor. ABD tezgâhı turuncu devrimlerin bir parçası olan Gezi’de ‘American Way of Life’ın en renkli örneklerini sergileyerek Batı medyasının gözüne girmek isteyenler oldu. Avrupa PKK mitinglerinde çok yıldızlı ABD bayrağını dalgalandıranlara da rastladık. ABD uçaklarının desteğinde sosyalistçilik yaptılar. Saldırgan kapitalizm karşısında solun bu taşeron tavrı yeni midir? Tarihe bakalım.
Kendini devrimci romantizme adayanların ilk ve en büyük efsanesi sosyalist Paris Komünü’dür. Barikatlar, çatışmalar, kızıl bayraklarla öne atılan genç kız ve oğlanlar, çelik pazılı işçiler... Bu tür ayaklanmalarla yepyeni bir dünyanın şıp diye yaratılacağına olan boş inanca devrimci hurafe denilir. 1871 yılındaki bu sempatik ayaklanma başarılı olmamış, hükümet isyanı bastırmış, binlerce kişi kurşuna dizilmiştir. Komün’ün hayatta kalan önderleri ise Okyanusya’da bir Fransız sömürgesi olan Yeni Kaledonya’ya sürülmüştür. Peki orada ne olmuştur?
Aynı dönemde Fransa’nın 1840’ta işgal ettiği Cezayir’de Müslümanlar ayaklanmıştı. Fransa, Müslüman topraklarını gasp eden gayrimüslim azınlık aracılığıyla ülkeyi yönetiyordu. İsyancı Müslümanlara terörist deniliyor, bir kısmı öldürülüyor, bir kısmı Yeni Kaledonya’ya sürgüne yollanıyordu. Müslüman Cezayirli sürgünlerle Marksist, anarşist çeşitli fraksiyonlardan Parisli solcular sürgün adasında bir araya geldiler.
Paris’te yeni bir dünya yaratmak iddiasında olan Komüncüler adaya gelince eski sömürgeci dünyanın jandarmalığına soyundular, madenlerde zorla çalıştırılan Kanak yerlilerine yapılan baskı ve işkenceleri ‘uygarlık’ adına desteklediler. Onlara göre aydınlanmacı Batı, ilkel toplumları uygarlığa ulaştıracaktı. Bu nedenle ekip başı, köle çavuşu oldular. Fransızların ‘terörist’ dedikleri Müslümanlar ise tam tersine tavır alıp Kanakların yanında yer aldılar, merhamet uygarlığının en güzel örneklerini verdiler. O zamanki 200 Müslüman sürgünün nesli bugün 15 bine ulaşmıştır. Komüncüler ise 1880’de affedilip Paris’e geri dönmüşlerdir. İşte sol zaten buydu. Dün nasıl Batı değerlerinin bekçisi idilerse bugün de durum aynıdır.
Onlar arasında tek bir kişi, bir kadın devrimci Louise Michel 1878’deki Kanak isyanını desteklemiş, Araplar ve yerlilerle birlikte mücadele etmiştir. Louise sürgünde iken Müslümanların siyah bayrağından etkilenmiş olmalı ki , 1882’de Paris’e döndükten sonra özgürlükçü solcuların kızıl bayrak yerine siyah bayrak taşımalarını önermiştir: «Bayrağımızın rengi ölülerimizin ve yanılsamalarımızın matemini temsil eden siyah olmalı».
Yanılsamanın en büyüğü sömürgeci küresel kapitalizme verilen hizmettir. Marksizm’in kurucuları Cezayir’deki Fransız işgaline direnen büyük Arap-Osmanlı lider Emir Abdülkadir’in yenilgisini sevinçle karşıladılar. İngiltere’nin Hindistan’a uygarlık götürdüğünü iddia ettiler. Hindistan’da 1857 yılında Sipahiler ayaklanması oldu. Müslüman-Hindu isyancı eski askerler vahşi ve yok edilmesi gereken teröristler olarak sunuldu ve onlarla savaşan paralı Sikh taşeronlara övgüler yağdırıldı. O zamanki solculara göre Hindistan’ın günün birinde sosyalist olması ancak İngiltere’nin de sosyalist olmasına bağlıydı. ‘Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir’ diyenler de çıkmadı mı? Türkiye’deki solcuların önemli bir bölümü ülkemizdeki olumlu değişimlerin ancak ABD ve AB müdahalesiyle sağlanacağını düşünürler. Bazıları ise güneyde Mısır’da, kuzeyde Ukrayna’daki kalkışmaların ‘ABD işi’ ve turuncu devrim olduğunu kabul ederler de orta yerde kendilerinin de katkı verdiği Gezi’yi devrimci mücadele olarak savunurlar. İşte büyük bir yanılsama daha!
* * *
1871’de Yeni Kaledonya’ya sürülen Cezayirlilerin şarkısı El Menfi’yi üç dev sanatçının yorumuyla http://www.youtube.com/watch?v=eSuEsnh-1go&list=RDeSuEsnh-1go#t=287
adresinden dinleyebilirsiniz.