Seçim öncesi kadar seçim sonralarının da hareketli olduğu ülkelerdeniz. Kimi ülkelerde seçim sonucundan hoşnutsuz kitleler hayal kırıklığı ile sokaklara dökülür, kimilerinde seçimlerde hile yapıldığına dair şaibeler oluşur ve protestolar başlar, kimilerinde de kabine kurulamadığı için kriz çıkar.
Bizim güzel memleketimizde ise milletvekili yemin törenleri başlı başına bir problem alanıdır ve yönetilmesi gereken krizlerdir. Bu son derece önemlidir zira yemin törenleri medya iletişim alanındaki gelişmelere bağlı olarak her eve, ofise taşınabilmektedir. Üstelik halkımız yemin törenlerini bir derbi maçı heyecanıyla izlemekte ve kendi seçtikleri vekillerin Meclis'teki varlığını bu yolla teyit etmektedir. Hal böyle olunca da yemin törenleri, siyasal mesajlar verilebilme, siyasi şovlara imkan sağlama ve hatta kimi zaman tarihi devlet krizlerine yol açma potansiyeli taşımaktadır.
Örneğin şimdi BDP'den milletvekili seçilen, 20 Ekim 1991 seçimlerine ise SHP çatısı altında giren Leyla Zana'nın, 6 Kasım 1991'de yapılan yemin törenindeki ifadesi Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından çok önemli bir dönüm noktasıdır. Zana, yeminini ettikten sonra Kürtçe olarak 'Bu yemini Türk-Kürt kardeşliği adına ediyorum' demiş ve şiddetli protestolar arasında yerine geçmişti. Hemen ardından da sırf bu sözleri nedeniyle 10 yıl hapis yatmak durumunda kalmıştı. O günün şartları bu sözlere bile tahammül gösterilmesine izin vermiyordu.
18 Nisan 1999 seçimlerin ardından ise bir başka yemin krizi baş gösterdi. Fazilet Partisi'nden İstanbul milletvekili seçilen Merve Kavakçı başörtüsü ile Meclis'e gelip yemin etmeye kalkışınca protestolar başladı. Kavakçı yemin edemeden genel kurulu terk etmek durumunda kaldı. Herhangi bir suçu olmadığı için hapis yatmadı, yattırılamadı. Lakin bu durum bir siyasi provokasyon olarak algılandı ve bugünün şartları hala türbanlı bir milletvekilinin başörtülü olarak yemin edebilmesi için uygun görünmüyor.
Geldiğimiz noktada hala yemin törenlerinde günün koşullarına uygun olarak yapılabilecekler ve yapılamayacaklar listesi var. 10 yıl sonra temel gerginlik konusunun ve uygunluk kriterlerinin ne olacağını kimse bilmiyor. Oysa 'günün yemini', 1980 darbesinin ve o anlayışın bir tamamlayıcısı niteliğinde. Değişmez, vazgeçilmez bir belirleyici olarak orada duruyor.
Buna mukabil 1921 tarihli anayasamızda bir yeminimiz bile yoktu. Doğal olarak yemin krizleri de yaşamıyorduk(!). 1924 Anayasamızın yemininde ise kısa ve öz cümlelerle sadakatten bahsediyorduk. 'Vatan ve milletin saadet ve selametine ve milletin bila kaydü şart hakimiyetine mugayir bir gaye takip etmeyeceğime ve Cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma vallahi.'
1928'de laiklik ilkesi giderek daha fazla önem kazanmaya başlayınca 'vallahi'yi' çıkartıp, sadakatten ayrılmayacağımıza 'namusumuz üzerine söz vermeye' başladık. Bu, 1961 Anayasası'na kadar da böyle devam etti.
1961 Anayasası'nda artık halkın mutluluğu bahsi önem kazanmıştı. Yemin şöyle değiştirildi. 'Devletin bağımsızlığını, vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağıma; Milletin kayıtsız şartsız egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma ve halkın mutluluğu için çalışacağıma namusum üzerine söz veririm.'
1982 Anayasası'nın yemini ise garip cümle yapısı (59 kelime, 11 've' bağlacı ve 7 virgül) ve darbe kokan içeriği ile şöyle şekillendirildi. 'Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.'
Bu yemin üzerinde kriz çıkartmaya değer mi, o da ayrı bir tartışma konusu...