Siyasi hareketlerin doğuşu, olgunlaşması ve sonlanmasına dair süreçler büyük ölçüde uluslararası konjonktürün de etkisiyle şekillenir. Milliyetçi akımlar, sömürgecilikten kurtuluş çabaları, dinsel ve mezhepsel dalgalanmalar, ideolojik yükseliş ve inişler zamanın ruhuna uygun olan format içerisinde gelişirler. Tüm bu akımlar ister yasal, isterse yasadışı çerçevede şekillensinler, içerisinde yer aldıkları eko sistemin parçasıdırlar ve ondan beslenip, etkilenirler.
Türkiye'nin son 30 yıldır muhatap olduğu Kürt meselesi de bu şekilde okunması ve algılanması gereken bir çerçeveye sahiptir. Hareketin görünürlüğü PKK üzerinden sağlandığından, ön planda terör taktiklerini kullanan bir örgüt bulunmakla birlikte, arka planda global etkileri olan bölgesel bir etnik hareketin bulunduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle Kürtçü siyasal hareketin öyle kolayca eli silahlı teröristlerden ibaret sayılması ve yürütülen mücadelenin 'yok ederek, bitirme stratejisine oturtulması' mümkün değildir.
Her şeyden önce PKK, 1970'li yılların sonlarındaki soğuk savaş atmosferinde doğmakla birlikte, 1980'li yıllardaki çözülme ve 1990'lardaki milli bağımsızlık hareketlerinden ilham alarak yeni bir forma girmiştir. Marksist bir hareketin etnik bir söylemi benimsemesi bu bağlamda önemli bir değişimdir. Sosyalizmin çöküşü, yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkışı ve sanayi sonrası uygarlığın kimlikler üzerinden inşa edilmesiyle birlikte örgüt yeni bir içeriğe kavuşmuştur. 2000'li yıllar terör kavramının dünya sathında yeniden tanımlandığı, İslami terörün etnik terörden rol çaldığı, buna mukabil yasadışı silahlı grupların giderek daha antipatik olduğu bir dönemdir. PKK bu yıllarda tahrip gücünü artırmasına rağmen uluslararası kamuoyunda zemin kaybetmeye başlamış, Batı'nın desteklediği özgürlük savaşçısı misyonunu terk ederek, Doğululuğu tescilli bir terör örgütü haline gelmiştir. Artık müttefikleri Almanya, Fransa, ABD olarak anılmamakta, İran'dan, Irak'tan, Suriye'den bahsedilmektedir.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı etkisine alan Arap Baharı ise başka bir milattır. Halkların sokaklara döküldüğü, özgürlük şarkılarının söylendiği, eski düzenlerin yıkıldığı, İslami akımların güç kazandığı bir dönemde etnik formatta bir siyasal hareketin sürdürülebilirliği tartışılır hale gelmiştir. Mezhepsel fay hatlarının ürettiği depremler, etnik fay hatlarının hizalandığı statükoyu kırarak yeni bir inşa sürecini başlatmıştır. Şekillenmekte olan düzen, Kürtçü siyasi hareket açısından fırsattan çok riskler barındırmaktadır.
TÜRKİYE'SİZ ÇÖZÜLMEZ
Öncelikle Kürtlerin geleceği Irak, Türkiye, Suriye ve hatta İran açısından toprak bütünlüğü meselesidir. Yani yeni bir tasarım haritaların değişmesini gerektirecektir. Bu bakımdan başka halkların geleceğiyle bağımlı bir süreçte gelişmektedir. Tam da bu yüzden konunun sadece Kürtler bakımından değerlendirilmesi eksiktir. Dengenin bozulması hiçbir aktör tarafından tercih edilmeyeceği gibi, prematüre bir doğum en büyük tehlikeyi Kürtler açısından yaratır.
Kürtlerin siyasi geleceği enerji havzalarının kontrolü açısından da hayatidir. Batı ve Uzakdoğu endüstrisinin çarklarının dönmesi için güvenilir ve istikrarlı bir akışın sağlanması, risklerin mümkün olduğunca elimine edilmesi gereklidir. Bu noktada sadece devletler düzleminde değil, küresel enerji şirketleri bakımından da bağımlılık durumu söz konusudur. Exxon'un, Chevron'un geleceklerini etkilemeden, Kürtlerin geleceklerini belirlemek oldukça zordur. Bu kadar fazla bağımlı değişkenin olduğu ve küresel düzeydeki ilişkileri etkileyecek bir yapı sadece Türkiye'nin inisiyatifiyle şekillenmez, lakin sorun Türkiye'siz de çözümlenemez.