Uluslararası sistem küresel ekonomik krizin ve siyasal krizlerin etkisiyle türbülansa girmiş durumda. Şimdilik siyasal krizler bölgesel içerikte ön plana çıkıyor ama bir yandan da perdenin arkasında küresel ölçekli bir kavga hızla gelişiyor. Dünyanın her yerinde çatışma potansiyeli yaratan dinamikler var. Kimi yerde etnisite, kimi yerde de dinsel ve mezhepsel temelde şekillenen kimlik sorunları, bazı bölgelerde ekonomik nedenlerle tırmanan yabancı düşmanlığı ve göçmen hareketlerine, bazılarında da sınır sorunlarına dönüşüyor. Kısaca sistemin suyu ısındı ve doğal olarak bu gerilim Türkiye'de yansıyor.
Tüm bu gerilim alanlarının büyük çaplı çatışmalara dönüşmeden sönümlenebilmesi için bazı çıkış yollarının sunulması gerekiyor. 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana hem devletler arasındaki hem de devletlerin kendi içlerindeki çatışmaların savaşa varmadan çözümü konusunda yoğun bir çaba var. Çatışma Çözümü, uluslararası ilişkiler alanının çok önemli bir konsantrasyon konusu. Bu çalışma alanının kurucu babaları sayılan Kenneth Boulding, John Galtung, John Burton gibi isimlerin geliştirdiği tek bir ortak çözüm var. O da sorunlara tek yanlı değil, çok taraflı bakma alışkanlığının geliştirilmesi.
İHTİYAÇ VE ÇIKAR
Özellikle John Burton'un yaklaşımı kanımca birçok ulusal ve uluslararası sorunu tanımlamakta kullanılabilir bir metodolojiye sahip. Onun geliştirdiği 'ihtiyaçlar teorisi' özellikle uzun yıllardır siyasal gündemimizi şekillendiren Kürt meselesine bakış çerçevemizi belirlememiz açısından önemli. Diyor ki, 'ihtiyaç' kavramı ile 'çıkar' kavramını birbirinden ayrı tutmalısınız. Çıkarları müzakere edebilirsiniz ama ihtiyaçlar pazarlık konusu yapılamaz.
Siyasi gruplar açısından ise 'ihtiyaç denilen şey güvenlik, kimlik ve tanınma gibi kavramlar çerçevesinde tanımlanır'. Eğer bir grup kendisini güvende hissetmiyorsa veya grup kimliği baskı altına alınmışsa, devlet tarafından yok sayılmaktaysa, diğer bir deyişle tanınmıyorsa, çatışma çözümü stratejilerinin işletilmesine imkan yoktur.
Çatışma çözümünde ikinci önemli husus kazan-kazan formülünün geçerli kılınmasıdır. Yani taraflardan birinin kaybettiğini düşünmesi halinde barışma ihtimali gündemden çıkar. Konjonktürel olarak geçici tavizler verilse de kalıcı hasarlar oluşur. Tarafların yenilgi psikolojisine girmeden, karşı tarafın kazanmasına sevinmesi ancak kendisinin de kazanması halinde mümkün olacaktır. Bir tarafa verilen haklar, diğer tarafın sepetinden çıkıyor gibi göründüğü müddetçe bir barışma ortamı yaratılması imkansızdır.
Olayın diğer tarafında da kazancın matematik açısından olduğu kadar psikolojik olarak da görünür kılınması gerekir. Esas mesele 'onur ve haysiyet' üzerinden gelişirken kazancın ekonomik olarak tanımlanması işe yaramaz. Yani kimliğine saygı isteyen birilerini, para vererek tatmin edemezsiniz. Sizinle birlikte bir sofraya oturmak isteyenleri, sofradan arta kalan yemekleri vererek mutlu kılamazsınız. Aksine düşman edersiniz. Haysiyetlerini kırarsınız. Oysa insanın onuru diğer her şeyden değerlidir.
ASKERİ DEĞİL PSİKOLOJİK
Uluslararası boyutu bakımından da alevlenme potansiyeli taşıyan Kürt meselesi konusunda hızla Kürtlerin ve Türkiye'nin birlikte kazandığı bir formül geliştirmek gerekiyor. Tarafların birbirlerinin anladığı dilden konuşması, karşı tarafın güvenlik hakkına olduğu kadar kimlik hakkına da saygı gösterilmesi, ortak çıkar ve kazanım alanlarının yaratılması barışma sürecinin ilk aşamaları. Bu işin bel kemiği ekonomik ya da askeri değil, psikolojik. Birbirimizi zaten seviyoruz, bir de saymayı öğrenirsek bakın ne kadar güzel bir dünya kuracağız.