Parasal Birlik (currency ) ABD’de de var, Avrupa’da da. Ama aralarında farklılık var. ABD’de Federal Hükümet var, Avrupa Birliği’nde ise Federal Hükümet yok. Bazılarına küçük bir fark gibi gelebilir ama hiç de öyle değil. Avrupa’da bir ülke sorunlu hale geldiği zaman Federal Hükümet olmaması ve de yüksek dozda milliyetçilik olması nedeni ile Yunanistan’ın içine düştüğü duruma düşmek kolay .
Yazar Gregg Ip iyi anlaşılması gereken bir ülkenin neden “parasal birliğe” girdiğidir diyor. Bağımsız bir ülkenin kendi ekonomik yapısı, kendi parası, kendi enflasyon düzeyi, kendi verimliliği ve kendi faiz düzeyi vardır. Eğer yüksek enflasyon veya düşük prodüktivite gibi faktörler onu ticaret ortakları ile rekabet edemez duruma getiriyorsa da, örneğin ülkenin parası devalüe edilir, yani değer kaybeder ve dış ticaret sorunu çözülür.
Ama çeşitli ülkeler ekonomik ve siyasi avantajlar yaratacağını düşünerek, kendi “emniyet supaplarını” bırakıp, parasal birliğe girmeyi seçebilirler. Örneğin Avrupa örneğinde tek para sistemine giren ”güney“ ülkeleri, enflasyonların, faizlerin, emek maliyetinin ve bütçe açıklarının “kuzeyin” güçlü yapısına doğru iyileşeceğini düşünerek parasal birliğe girmişlerdir. Nitekim güney ülkelerinin faizleri düşmüş ve bu ülkelere sermaye girişi hareketi kuzey ülkeleri gibi artmıştır. Ama İrlanda ve İspanya giren sermaye nedeniyle artan kredi hacmi sonucu konut sektörü balonlarının oluşmasına olanak sağlanmış, Yunanistan ve Portekiz ise dev bütçe açıklarının oluşmasını önlemeyi unutmuşlardır. Bu ülkelerde reel emek ücretleri de artarken, Almanya’nın reel ücretleri düşük tutmayı başarması, İtalya, İspanya, Portekiz ve Yunanistan’da sanayi sektörünün daralmasını getirmiş, güneyin dış ticaret açıkları da artarken, Almanya’nın dış ticaret fazlaları hızla büyümüştür. Faizlerin de benzer düşük yapıya gelmesi de, bu ülkelerin sorunları düzetmek için gayret göstermemelerine yol açmıştır.
Aslında üç çözüm olabilirdi
Euro sisteminin getirdiği yapı, sorunlu ülkelerin düşük faiz, paranın değer kaybı, “fiscal stimulus” yani kamu harcamaları gibi çözümlere gitmesini de engellemiştir. Devalüasyon mümkün olmayınca ve de Avrupa Merkez Bankası’nın düşük faizleri yerine, kaçan fonlar nedeni ile faizler de yükselince ve borç da alınamayınca , bu sayılan ülkelerin hepsi kemer sıkmaya mecbur kalmış oldular. Tabii kur ile oynanamayınca, ekonomi teorisinde “iç devalüasyon” denen fiyatların ve ücretlerin düşmesi gerçekleşti, bütçe açıkları ve dış ticaret açıkları daraltılmaya çalışıldı ki Almanya ile rekabet edilebilsin. Bu durumda da güney ülkelerinde resesyon, Almanya’da ise toparlanma gerçekleşti. Ülkelerin ekonomik yapısının birbirine yaklaşması hayali gitti ve derin bir farklılaşma gerçekleşti. Bazılarında dev işsizlik, bazılarında ise düşen işsizlik gerçekleşti.
Aslında üç çözüm yolu olabilirdi. Birincisi ülkelerin iflasını Avrupa Stability Mekanizması denen yardım sistemi ve Avrupa Merkez Bankası’nın finansman sağlamasıyla durdurmak. Yani ülke hükümetlerinin kaderi ile bankaların kaderini birbirinden koparmak gerekiyordu. İkincisi, bir mali birlik gerçekleştirilebilirdi (Amerika’daki gibi Federal yapı örneğin). Bu da güçlü bölgelerden zayıflara doğru destek vermek demekti. Ama burada gerçekler gösteriyor ki Avrupa’da federal yapı üretme oldukça hayal. Üçüncüsü de kuzey ve güney ülkeleri arasındaki rekabet gücü farkını azaltmak. Bu da zaman içinde fiyatlar ve maliyetleri benzer hale getirmek demekti ve çok çok uzun sürecek bir süreçti.
Bu durumda geriye güney vatandaşlarının uzun yıllar düşük ücret ve yüksek işsizliğe tahammül edip edemeyecekleri sorusu kalıyordu. İşte bu duruma gelindiğinde Yunanistan vatandaşları sorunlara dayanamadılar ve radikal bir hükümet seçtiler. Bu hükümetin yaklaşımı da euro sitemini parçalanma durumuna getirmiş olabilir. Hatta İspanya da ikinci çok sorunlu ülke olabilir. Çünkü bu her iki ülkede genel işsizlik yüzde 25 ve genç nüfus işsizliği de yüzde 50 oranının üstünde.