Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı; Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) ve Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu (TAPDK) başta olmak üzere, düzenleyici üst kurulların yetkilerinin bir kısmının hükümete aktarılması gerektiğini söylemiş. Bu kurulların sahip oldukları çok önemli yetkilerle siyasi boyutta sorumlulukları bulunmaması olgusu arasındaki çelişkiye dikkat çekmiş.
Bu üst kurullar zaten siyasetin müdahale etmemesi arzulanan bankacılık, rekabet, kamu ihaleleri, enerji, telekom, sermaye piyasaları ve radyo-TV yayıncılığı gibi 'hassas' alanlarda faaliyet gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında bunların siyaseten sorumlu olmamaları çelişki sayılmayabilir de.
Buna karşın, bu sektörlerin ve dolayısıyla ülke ekonomisinin geleceğine yön verme potansiyeli olan düzenlemelerin yapılması ile lisans verme ve tarife belirleme gibi önemli kararların alınmasında son sözü siyasi sorumluluğu bulunan makamların vermesi demokratik açıdan daha meşru.
***
O halde üst kurullara ilişkin mevcut yapıda sorun olduğu bir gerçek. Bir 'üst kurullar reformu'na ihtiyaç var. Bu reformun temel çerçevesi şöyle olmalı:
Öncelikle bu kurumlarda işin teknik boyutunu yürüten 'daireler' ile karar makamı 'kurulları' net olarak ayrıştırmak gerekiyor. Teknik dairelerin iki temel fonksiyonu olmalı: İlki temel düzenleme tasarıları ile lisans verme ve tarife belirleme önerilerini nihai kararı verecek ilgili bakanlığa sunmak. Yani işin teknik boyutunu halledip, karar verme ve tercih boyutunu siyasi makama bırakmak. İkincisi sektörel denetimleri yaparak, yaptırım uygulanması gereken firmalara karşı 'savcı' rolü üstlenmek.
Mevcut 'kurulları' ise 'mahkeme' konumuna getirmek gerekiyor. Yani 'idari' olan nitelikleri 'yargısal' boyuta dönüştürülmeli. İşlevleri, mahkeme sıfatıyla sektörel aktörler arasındaki uyuşmazlıkları çözmekten ve kurallara uymayan sektör oyuncularına yaptırım uygulamaktan ibaret olmalı.
***
Nitekim mevcut uygulamada bu kurulların 'idari makam' sıfatıyla verdikleri kararlar tekrar yargıya gidiyor. Yargının ilk derecede verdiği kararlar ise ayrıca temyize götürülüyor. Bundan sonra bu ikisi arasına bir de 'istinaf' girecek. Verilen kararın hukuki anlamda kesinleşmesi yılları buluyor.
Örneğin Kamu İhale Kurulu (KİK), bir kamu ihalesinin A şirketine verilmesine dair idare işlemini iptal ediyor. İdare bu karar üzerine ihaleyi diğer istekli B şirketine veriyor. Fakat A şirketi -KİK'in bu kararı idari nitelikte işlem olduğundan- idare mahkemesine gidiyor. Yürütmeyi durdurma verilmediğini varsayalım. İdare mahkemesi 1 yıl sonra bu KİK kararını iptal ediyor. Bu durumda ihalenin, eğer hala devam ediyorsa, B şirketinden alınıp tekrar A şirketine verilmesi gerekecek. KİK bu kararı Danıştay'da temyiz edecek. 2 yıl sonra temyizde idare mahkemesi kararı bozulursa, hala ortada ihaleye konu iş kalmışsa, ihalenin yine B şirketine verilmesi gerekecek. Normal şartlarda nereden baksanız 3 yıl sürecek bir süreç.
***
Eğer KİK, mahkeme konumunda olsa ve verdiği önemli kararlar sadece Danıştay'a yapılacak bir itiraz aşamasından geçerek kesinleşebilse, bütün bu sürecin 1 yılın altına bile inmesi işten değil. Tabii bu durumda üyeleri de 'yargıç' niteliği taşıyacak.
Sonuçta bu reform, üst kurulların bir yandan düzenleme boyutundaki önemli yetkilerini ilgili bakanlığa aktararak 'siyasi meşruiyet' sorununu giderecek. Diğer yandan, verdikleri yaptırım kararlarının çok daha kısa sürede kesinleşip, hukuki belirsizliğin giderilmesini sağlayacak.