Türkiye tarihinde her neredean bakılırsa bakılsın yeni bir döneme girilmiştir. Tabiri caizse, parlamenter sistem içinde bırakınız kuvvetler arasında yaşananları, kuvvetlerden biri olan yürütmede dahi sorunlu bir yapı olduğu iyice açığa çıkmıştır. “Artık mevcut sistem içinde daha fazla kalmak istemenin anlamsız olacağı bir zamandayız ki bunun ülke için zaman ve kaynak israfından öteye ülkenin gelişmesini engelleyen, krizlere gebe bir problem kaynağı olduğu ortadadır.”
Türkiye gibi büyük imparatorluk geleneğinden gelen bir ülkenin çöküşten sonra tekrar yükselişe geçmesi çok kolay değildir. Yüz yıllar boyunca sahip olduğu gücü kaybetmesinin ardından zor şartlarda yaşayıp tekrar toparlanmak önemlidir fakat oldukça zordur. Bunun önünde içeride ve dışarıda birçok engel bulunmaktadır. Son 10-15 yıl içinde ülkenin ekonomik ve sosyal hayatında ortaya çıkan hareketlilik giderek hız kazanarak yapısal bir değişime yönelmiştir.
Değişim ve konjonktür
Bu büyük değişim süreçlerinde siyaset yapmak zor iştir. Belli bir dünya görüşüne, bir siyaset anlayışına dayanan siyasi hareketler/partiler bu süreçleri yönetirken birçok zorluklarla karşılaşabilirler. Böyle durumlarda ortaya koyacakları siyaset, kendi varlıklarını devam ettirmek için olduğu kadar ülkenin yaşamakta olduğu değişim ivmesini sürdürmek bakımından da hayati bir öneme sahiptir.
“Bir ideolojiyi, bir fikri hareketi temsil eden siyasi yapıların karşılaşacağı en önemli sorun; meydana gelen yeni konjonktürle, siyasi hareketin ideolojik yapısı arasında ortaya çıkan çelişkilerin yol açacağı krizlerdir.” Bu durumda fikri yapı bu konjonktürü yönetecek, aşacak yenilenmeyi esnekliği gösterebilirse, yeni durumu yorumlayacak değişim yaratacak bir olgunluğa sahipse sorun çözülebilir; aksi takdirde sorunlar büyür, krizler derinleşir ve o siyasal süreci yöneten siyasi hareket tasfiye olur. Eski sosyalist rejimlerin 1990’larda ortaya çıkan yeni konjonktür dalgaları karşısında yaşadıkları büyük çöküş tam da bu duruma örnektir.
İkinci ihtimal, siyasi hareketin örgütsel/kurumsal yapısıyla konjonktür arasında meydana gelen çelişkilere bağlı olarak vuku bulabilir. Bu durum partinin ya da hareketin kurumsal olarak çoğu kere kendi başlattığı değişim politikalarını sürdürecek enerjiyi kaybetmesi, değişim programının dayandığı toplumsal katmanlardan koptuğu için sürdürülemez hale gelişiyle ilgilidir. Bizim siyasal tarihimizde Özal hareketinin dramı, ANAP’ın yok oluş süreci böyle başlar. Özal’ın değişim programını taşıyacak örgütsel yapı yetersiz kaldığı için bu durum ideolojik olarak da sonunda ANAP’ı 28 Şubatçılarla, onların siyaset diliyle buluşturarak bitirmiştir.
Değişim ve siyasal sistem sorunu
Üçüncü muhtemel durum, değişim dönemlerinde bu süreci başlatan siyasi hareketlerin yaşadığı kadro sorunudur. Özellikle siyasal kültürlerinde karizmatik liderlik anlayışının ön plana çıktığı toplumlarda, liderin öncülüğünde başlayan hareketlerde değişim başladıktan sonra yeni duruma, değişim dalgalarına cevap verecek birincisi entelektüel, diğeri siyasal kadro meselesi ön plana çıkmaktadır.
Bu durumda en önemli sorunun entelektüel bakımdan yenilenme olduğu açıktır. Siyasi hareketler demokratik toplumlarda bunu düşünce özgürlüğü sayesinde yeni fikirlere açılarak, yeni tartışmalardan beslenerek gerçekleştirebilirler. Diğer sorun ise; siyasetin kadro yenilenmesidir ki bunun imkânı ancak hareket içinde ‘siyasi elitlerin dolaşımının’ sağlanmasına uygun bir serbestiyet ortamının teminiyle ilgilidir. Diğer bir sorun ise “değişimi gerçekleştiren siyasi hareket/partiyle ‘siyasal sistemin’ kurumsal yapısı arasında çelişkilerin çözülemez bir siyasal soruna dönüştüğü andır. Burada değişim politikalarının yapısal dönüşümünün gerçekleşmesinde ‘siyasal sistem’ bir engel halini almışsa, onun değiştirilmesinden başka çare kalmamış demektir.” Bugün ülkemizde yaşanan olay tam da budur ve bu olayın şahsi değil, yapısal bir temele dayalı olduğunu görmek lazımdır.