Cumhuriyet'in “üç halinden” bahsedilebileceğini, erken dönemin “otoriter cumhuriyet” ile nihayetlenen ilk halinden, buna yol açan tarihsel olaylardan daha önce söz ettim. Cumhuriyet’in birinci hali, Avrupa hâkimiyet sistemine “bağımlı bir ülke” görünümündedir. İdeolojik olarak Batıcılığa, politik olarak Sykes-Picot’dan Lozan’a uzanan ve İngiltere liderliğindeki “Avrupa-merkezli siyasete bağımlılıkla” somutlaşan bu dönemde Batı ile olan ilişkilerin, bağımlılık biçiminde yaşanması şaşırtıcı değildir.
İkinci hal, İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlamıştır. Bir anlamda İkinci Savaş sonrasında “Batı sisteminin merkezi” Avrupa’dan Okyanus’a kayarken, ortaya çıkan iki kutuplu dünyanın ürettiği “Soğuk Savaş” bu zaman dilimine damga vuracaktır.
Bu dönemde Türkiye üzerinde, güvenlik sistemi tarafından yeni bir bağımlılık ilişkisi kurulurken, ekonomide “kapitalizmin yükseldiği” yeni bir ilişki biçimi ortaya çıkmıştır. Daha sonra Dünya Bankası, IMF, Batılı özel bankalara dayanan borç sistemi, yabancı sermaye gibi yeni kurum ve politikalarla devam edecek bu ilişkiler, ikinci halin karakterini belirleyen ekonomik faktörlerdir.
Demos nerede?
Bir başka ifadeyle “ikinci hal” Türkiye’nin bütünüyle Batı’nın ekonomik, politik, askeri vesayetine girdiği bir dönemdir. Pratik olarak 1950’lerde fiilen geçilen “demokrasinin” işleyişi, ancak bu dış vesayetin izin verdiği ölçüde mümkün olacaktır. Çünkü ideolojik olarak batıcılık, politik olarak militarist devlet örgütlenmesi “demos”un devlete müdahale etmesine tahammül etmeyecek bir yapı kurmuştur.
Soğuk Savaş’ın bitişi, Sovyet sisteminin çökmesiyle birlikte, Batı’yla kurulan bağımlılık ilişkisinin kolayca tasfiye edilebileceği beklenirdi, ama böyle olmamıştır. Çünkü Batı ile olan ilişkiler üzerinden “devlet içinde örgütlenmiş zümreler”, bu ilişkiler sayesinde elde ettikleri toplumsal iktidarı kaybetmeye rıza göstermeyeceklerdi. Diğer taraftan, bu hal içinde Türkiye’nin kapitalist ilişkilerle ürettiği ekonomik gelişmenin, sanayileşme politikalarının yürütücüsü olan kapitalist sınıflar, bu yapının değişmesine tepki göstereceklerdir.
Şimdi üçüncü hali yaşıyoruz. Antidemokratik siyasal yapının, Batıcı unsurların siyasetin dışına ittiği toplum kesimlerini siyasete taşıyan muhafazakâr siyasal hareket, özelikle 28 Şubat Müdahalesi’nden sonra “yeni bir siyasal mücadeleyi” başlatmış, çoğulculaşmayı, yeni sınıfları, sivil muhalefeti siyaset alanında temsil etme iddiası ile ortaya çıkmıştır. Ak Parti’nin yaptığı bu geniş ittifakın, netice almasının kolay olmadığı biliniyor.
Geleceğin inşası
Bugün gelinen aşamada, daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi isteyen yeni bir toplum bulunduğu gibi; geçtiğimiz yıllarda sürdürülen ekonomi politikalarının, takip edilen bölgesel ve küresel siyasetin neticesi olarak ortaya çıkan gelişme dinamiği üzerinden yükselen yeni sivil güçler, eni sınıflar, yeni aydınlar da, yeni Türkiye talebini ortaya koymuşlardır.
Erdoğan liderliğinde ortaya çıkan “yeni siyasi hareket” bu talepleri bugün Yeni Türkiye projesine dönüştürerek, böyle bir politik anlayışı ortaya koydukları için, her seçimde genişleyen bir toplumsal desteği arkasında bulmuştur. Şimdi Cumhuriyet’in Üçüncü Hal’indeyiz. Devlet ve toplum arasındaki çatışma, demokrasi sayesinde çözülüyor. Devlet halkıyla barıştığı gibi, kendi kültür kodlarıyla yabancılaşmanın zaaflarını aşarak yeni bir dinamizm kazanıyor.
Davutoğlu Hükümeti yola çıkarken, şüphesiz içeride ve dışarıda birçok problem onları bekliyor. Bununla beraber Türkiye, devlet ve toplum olarak yapısal sorunlarını çözdükçe, kendi iç entegrasyonunu gerçekleştirdikçe, önünde duran veya önüne çıkacak sorunları çözmeye daha muktedir hale geçmektedir. Bugün içinde bulunduğumuz hal, yeni bir geleceğin inşa sürecidir.