Bu tartışma yani “Yeni Cumhuriyet”, “İkinci Cumhuriyet” tartışması yeni değil. Bunu ilk kez 90’lı yılların başında “Türkiye Günlüğü” dergisi etrafında toplanan yazarlar, akademisyenler yapmıştı. O tartışmaya “Kaçıncı Cumhuriyet?” diye sorarak katılırken “sorun yeni bir cumhuriyet değil, Cumhuriyet’i demokratikleşmektir” fikrini savunmuştum.
Başbakan Erdoğan’ın 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ni Birinci Tur’da kazanmasıyla birlikte bu tartışmanın yeniden gündeme geldiği görülmektedir. Şimdiki iddia, ‘ikinci Cumhuriyet’ tezlerinden farklı boyutlara da sahiptir. Özetle şöyle söylenmektedir: Bugün artık Cumhuriyet rejimi bütünüyle tasfiye edilmektedir. Cumhuriyet’in kazanımları reddedilmektedir. Maksat yeni bir cumhuriyet kurmaktır. Bazıları ise, yeni bir cumhuriyet kurulmasını, sanki böyle bir şey gerçekmiş gibi, tartışmadan normal karşılayıp, yeni Cumhuriyet’i sadece İslamcıların tek başına kurmasını problem olarak, görmektedirler.
Demokrasi Cumhuriyet’i dönüştürüyor
Artık Cumhuriyet’in bittiğini, Türkiye’nin karanlık bir yolda yürüdüğünü söyleyen önyargılı karamsarları bir tarafa bıraksak dahi, iyi-kötü Türk medyasında yeri olan, itibarı olan bu aydınların söylediklerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Kabul etmek gerekir ki, Türkiye’nin son 15 yılda yaşadıkları, baş döndürücü denecek kadar çok hızlıdır. Olayları takip etmek bir yana, siyasal yapıda meydana gelen değişmeler dahi kolayca takip edilemez. Ekonominin yaşadığı niteliksel dönüşümler ve dahası Türkiye’nin uluslararası gelişmeler ve bölgesel ölçekte aldığı yeni pozisyon, daha önce düşünülemeyecek bir yere, seviyeye ulaşmıştır. Batı sistemi Türkiye’nin Ortadoğu ve Türk Dünyası’yla yoğunlaşan ilişkilerinden endişelidir ve bölgesel bir güç olma yolunda ilerlemesinden rahatsızlık duymaktadır. Yoksa “Türkiye neo-Osmancılık mı” yapmaktadır!
“Bahar devrimleri” sürecinde ortaya çıkan demokratikleşme eğilimlerine karşı, Batı’nın aldığı tavır bunun açık ifadesidir. ABD ve AB’nin Suriye’de, Mısır’da, Libya’da ve Irak’ta meydana gelen olaylar karşısındaki Türkiye-karşıtı tutumunu bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Bütün bunlara rağmen tarihsel seyir demokrasi, ekonomik gelişme, bölgesel işbirliği süreçlerinin doğrultusunda ilerlemektedir. Bütün bunlar yaşanırken, Türkiye’de “Cumhuriyet’in tasfiye edilip, yeni bir cumhuriyet kurmaya girişildiğini” söylemek nasıl bir “mantığa” dayanmaktadır?
Jakobenlerin mantığı
Evet, galiba doğru soru budur. Nasıl bir mantıktır ki bütün gelişmeleri tersinden görüp, çarpıtarak Cumhuriyet’in tasfiye edildiğini iddia etmektedir. Bu mantığın “pozitivist- elitist” bir karakteri olduğunu anlamak zor değildir. Bu mantığa göre Cumhuriyet “cahil halkın karşısında aydınlanmış bir avuç elitist Cumhuriyetçi’nin kurduğu, yönettiği ve yönetmesi gerektiği bir rejimdir.” Peki aydınlanmanın kaynağı nedir? Onların aydınlanmadan anladığı Batı’nın bir dönem yaşadığı düşünsel dönüşümdür. Bunun daha sonra “kaba bir pozitivizme, bir yönteme” indirgendiği bilinmektedir. Akılcılık dedikleri de, bilim dedikleri de19. yüzyıldan kalmış olan özel bir anlayıştır. Çağdaş bilime uzak bir anlayıştır.
Bu kadronun Cumhuriyet’i, “cahil halkı” kendi kültüründen zorla koparıp, Batı kültürüne adapte edecek, buna uyumlu hale getirecek “zorba devlet modelini” yaratmıştır. 1920’lerde çoğulcu bir anlayışla kurulan Meclis’in baskıcı bir rejime dönüşmesi, ceberut devlet politikalarını uygulaması tesadüf değildir.
Kısaca belirtmek gerekirse, bugün Cumhuriyet halkın Cumhuriyeti olmaktadır. Bunu yaratan esas sebep ise Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Demokrasi, “Cumhuriyet’i jakobenlerin elinden alıp” halka mal etmektedir. Bu sebeple kurulduğu günden bu tarafa, Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını koruyup, anti-demokratik yönlerini tasfiye etmek olması gerekendir. Efendiler, endişe etmeyin. Demokratikleşen Cumhuriyet’te herkese yer vardır. Eşit bir yer vardır. Bu eşitliğe razı olmak durumundasınız.