Hangi aydınlar mı? Haklı bir soru. Rahmetli Attila İlhan ‘Hangi’ başlıklı bir seri kitap yayımlamıştı, ‘Hangi Batı’yla başlayan bu dizinin içinde doğrudan adı bu olmasa da aydın meselesi, onun hep odak noktasında yer almıştı.
Aydınları ele geçirilmiş, kaybedilmiş bir ülkenin işinin zor olduğu ortadadır; sömürge olmuş veya Batılılaşma operasyonuna maruz kalmış (ki buna gönüllü sömürge durumu demeyi tercih ediyorum) ülkelerin vaziyeti ortadır. Bu durum tespiti bir çaresizlik ifadesi sayılmamalıdır, çare vardır ve ‘tarih boşuna yaşanmış bir şey değildir’. Söylemem odur ki ; aydınlar neredesiniz diye seslenildiğinde, bu sorunun muhatabı olanlar bir blok olarak karşımıza çıkmazlar; çünkü onlar farklı yerlerdedirler.
Kategorizasyonumun resmi aydınlar, poseydo aydınlar, organik aydınlar veya yerli aydınlar şeklinde olduğunu sık sık paylaşıyorum. Şüphesiz bunlara başkaları da eklenebilir. Aydın grupları farklılaştıkça onların durdukları yerin, adına tavır koyduklarının da farklılaşmasının kaçınılmaz olması anlaşılabilir bir haldir.
Bana aydınını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim
Türkiye’de zaman zaman ‘Aydınlar Bildirisi’ diye kamuoyuna yansıyan bildiriler olmuştur. Bunların içinde tarihi bakımdan önemli olanlar olduğu gibi, sadece bir grubun tepkisini ifade eden ve nispi olarak sadece o kesimle sınırlı kalanlar da vardır ve bunların sayısı bir hayli fazladır.
Son zamanlarda kamuoyuna yansıyan iki aydın bildirisi oldu. İçeride ve dışarıda yürütülen kampanya ve bütün medyatik desteğe rağmen her ikisinin de etkisiz kalması, yankı bulmaması, bunların sadece inandırıcılıktan uzak olmasıyla açıklanamaz. Bu mesele bildirileri yayımlayanların ülkeye, kendi halkına, tarihine, kısaca kimliğine bakışıyla da ilgili bir konudur.
Türkiye’nin terörü bitirerek toplumsal barışı kendi imkânlarıyla kurma projesine karşı terör örgütünün Kandil’deki şefleri bir stratejiye dayalı olarak (elbette ki Suriye konjonktürüne bağlı olarak) saldırıya geçtiklerinde, barış projesini kana buladıklarında, bunu ‘devrimci halk savaşı’ gibi basmakalıp sloganlarla açıkça ortaya koydukları halde, tüm bunları yok sayıp, duymazdan gelerek; bu saldırıya Türkiye’nin verdiği cevabı kınayan ‘aydınları’ hatırlıyorsunuzdur! İkisi eksik üçü fazla aynı aydınlar grubu, son olarak, bir işadamı ve onun şirketlerine karşı Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun faaliyetleri çerçevesinde sürdürülen operasyonları ‘demokrasiye darbe’ diye niteleyen bildiri yayımladılar.
Bir devin kapanışı
İşin ilginç tarafı, katliam yaparak toplumsal barış projesini engelleyen terör yapılanmasını savunanlar ağza alınamayacak aşağılık bir dille başta Cumhurbaşkanı olmak üzere devleti suçlarken, ortada milyar dolarlık yolsuzluk iddiaları bulunan soruşturmayı ‘demokrasi’ kapsamına sokarak yine aynı mercilere saldırmaktadırlar. Bunlar arasında yer alan ve onu aşkın sene önce Uzanlar’a yapılan operasyonu alkışlayanlar, şimdi daha işin başında neden soruşturmayı sürdüren savcıların önünü kesmeye çalışmaktadırlar?
Sorun, ne terör örgütünün yeni bölge konjonktürünü fırsata dönüştürmek üzere İran ve Suriye destekli Türkiye’ye dönük saldırıları başlattığını bilmemekle, ne de büyük bir ekonomik yolsuzluk meselesiyle ilgili yürütülen operasyonun mahiyetiyle ilgilidir. Resmi aydınların ve poseydo aydınların ittifakı Türkiye’deki iktidarın değişimine gösterilen tepki üzerinedir.
Türkiye’nin yaşadığı toplumsal değişim yapısal boyutlardadır ve aydınların resmi söylemi bu durumu açıklamada yetersizlik sorunu yaşadıkça, en hırçın noktalara savrulmaları kaçınılmaz olmaktadır. Kandil’e gidip ‘niye silah bırakıyorsunuz savaşa devam edin’ diye yalvarmaları da, otoriter cemaat yapılarıyla dayanışmaları da bundandır. Kolay değil. Bir devir kapanıyor.