Üyesi bulunduğum TBMM Anayasa Komisyonu’na gelen ve şu anda görüştüğümüz hükümet sistemiyle ilgili değişikliğin tarihi önemde olduğu doğru. CHP bu önemi vatandaşın kafasını karıştırmak üzere “Rejim değişiyor” diye sunsa, hatta volümü sonuna kadar açarak “Meclis’i kapatıyorlar” dese de, bilakis daha etkin bir Meclis ve daha etkin bir yürütme modeli öngörülüyor.
Oysa CHP’liler de kabul ediyor ki, iki darbe sonrası anayasalara adeta tecavüz edilerek darbeciler tarafından millet iradesi üzerinde kurumlar ihdas edilmişti. Daha da önemlisi, parlamenter sistemde sembolik bir yere sahip olan Cumhurbaşkanlığı makamı, Meclis üzerinde ve millet iradesinin aleyhine bir komiserlik olarak tasarlandı.
1982 Anayasası’nda, yönetim sivillere geçtiğinde Kenan Evren ve benzerlerinin sistemi sürekli kontrol edebilmesi için Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini düzenleyen 104. madde birkaç cümleden iki buçuk sayfa ile anayasanın en uzun maddesine dönüştürüldü. Böylelikle seçimlerde hangi parti başarılı olup, hangi hükümeti/Başbakanı içerisinden çıkarırsa çıkarsın, onun üzerinde bir vesayet oluşturmak istendi.
Bu yüzden de ülkede cumhurbaşkanlığı seçimleri her zaman sancılı oldu. 1980 darbesinin bir nedeni de Demirel ve Ecevit’in cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinde bir türlü anlaşamamasıydı. 2007 yılında yaşadığımız 367 kâbusu, sadece eşi başörtülü bir adayın seçilecek olması nedeniyle değildi. Hükümet ve Meclis üzerindeki kontrolü sağlayan bu makamın vesayetçilerin elinde kalması isteniyordu. AK Parti millete giderek sorunu, bu makamı millete seçtirerek çözmek istedi. Bu referandum demokrasi tarihimizin en önemli kazanımlarından birisi oldu.
Yani bugün Türkiye’nin sistemine baktığınızda, zaten bir parlamenter düzenden bahsetmek mümkün değil. Sistem yarı başkanlık gibi ama hâlâ vesayetçi parlamentarizm özellikleri taşımaya devam ediyor. Hükümet (Başbakan) ve Cumhurbaşkanlığı arasında yürütmenin bölünmüş olması, pimi çekilmiş bomba gibi. Bu çift başlı sistemle ülkeyi yönetmek mümkün değil. Şu an Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın aynı partiden olmaları, Sayın Erdoğan ve Sayın Yıldırım’ın nefislerini geri plana atabilmeleri, vatan ve millet sevdalarıyla işler yürüyor. Bu geçici durum bir sorun olmadığı anlamına gelmemeli.
CHP’nin bu konudaki önerisi ise evlere şenlik. “Cumhurbaşkanı’nı yeniden Meclis seçsin” diyorlar. Yani milletin bunca mücadele ile vesayetten geri aldığı makamı, yeniden 367 gibi birtakım ayak oyunlarıyla manipüle edebilmek için eski haline getirelim. Böyle bir şey mümkün değil. “Asil’in elde ettiği bir hakkı vekile devretme fikri ancak CHP’den gelebilirdi.”
Diğer yandan, demokrasinin temeli sayılan güçler ayrılığı prensibi de var olan sistemde herkesin kanmak istediği bir yalandan ibaret. Güçler, Yasama, Yürütme ve Yargı’dan oluşuyor. Meclis’te hâkim olan parti, içinden yürütmeyi çıkardığı, kolaylıkla güvenoyu aldığı gibi, yasamaya da tamamen hâkim. Denetleme görevine de öyle… Yani fiili durumda yasama ve yürütme birbirinin içine geçmiş durumda.
Bu sistemde “güçler ayrılığının” olabilmesi için koalisyonlara, azınlık hükümetlerine, bir gensoru veya bir güven oylamasında yıkılabilecek zayıf hükümetlere muhtaçsınız. Üstelik koalisyon durumunda da ortaya çıkan güçler ayrılığı değil, tam bir kaos aslında. Tarihimizde kurulan hükümetlerin ortalama ömrü 16 ay civarında. Beş yıllık hükümet dönemini ele alırsanız, 350 yıllık hükümeti 50 yılda tüketmişiz.
Getirilen teklif ise, yasama ve yürütmeyi iki ayrı seçim ile halka seçtirirken, iki kuvveti net biçimde birbirinden ayırıyor. Birbirlerini feshetme hakkı ile tıkanmalarda halkın sorunu çözmesine imkân tanıyor. Meclis’i feshetmeye karar verecek olan Cumhurbaşkanı kendini de feshetmek zorunda. Aynı şey Meclis için de geçerli.
Önümüzdeki günlerin ana siyasi konusu bu devrimsel değişiklik olacak ve görüşlerimizi yazmaya devam edeceğiz.