Önümüzdeki dört yıl seçim olmayacak diyorduk, sandıktan yine bir seçim gündemi çıktı. Muhtemel bir erken seçim kapımızda bekliyor.
Seçim, kuşkusuz demokrasinin en önemli unsuru. Millet sandıkta en keskin sözünü söylüyor. Seçim, sandık, demokrasi ve nihayetinde siyaset toplumların geleceğini belirleyen önemli gündemler. Fakat siyaset öyle bir kapan ki, herkesi içine çekiyor. Türkiye gibi demokrasisi tehdit altında ülkelerde toplumun tüm kesimleri bu siyasal gündem içinde savruluyor. Diğer sivil aygıtlar fonksiyonunu icra edemez hale geliyor. Toplumların siyasal tartışmaları takip etmesi, hatta sivil toplum kuruluşları aracılığıyla siyasete etki etmesi elbette önemli. Fakat Türkiye’de son yıllarda olduğu gibi bürokrasiyi, akademiyi, sivil toplumu, medyayı, sanatı bloke eden aşırı siyasallaşma, bu alanların kendini imha etmesi sonucunu da doğuruyor. Bu aygıtlar kendi özgül ağırlıklarını kaybediyorlar. Özellikle toplumsal gelişmeler için hakem rolü beklediğimiz akademinin dahi kendini siyasete teslim etmiş olması Türkiye’nin geleceği adına büyük kayıp. Alim ve entelektüeller ne yazık ki, bu siyasal tartışmalar içinde ayak izlerini kaybettiğimiz insanlar oldu. Oysa sığlaşan toplumsal gündeme derinlik katacak olanlar onlardı.
Türkiye’de son 13 yılda yapılan büyük hesaplaşma, 90 yıllık bir enkaz üzerinde gerçekleştirildi. Fakat 300 yıla uzanan medeniyet tartışmaları sığ mecralarda geçiştirildi. Bu sığlaşma sadece bugünün meselesi değil. Osmanlı modernleşmesi de bürokratik bir zümre eliyle gerçekleştirildi. Oysa medeniyet hesaplaşmasını yapması gereken kalemiye değil, ilmiye zümresi olmalıydı. Osmanlı tecrübesinde 19.yy’dan itibaren kalemiyenin öncülük ettiği modernleşme, felsefi derinlikten yoksun, pragmatik çözümler üreten bir modernleşme geleneği bıraktı elimize.
Modernite zaten özü itibarıyla aidiyet duyduğumuz medeniyetin aksine, ekonomiye göre tanımlanan bir siyaset, siyasete göre tanımlanan bir hukuk, o hukuka göre tanımlanan bir ahlak, o ahlakın belirlediği bir bilgi ve o bilgiye dayalı bir insan modeli ortaya çıktı. İnsana biçilen değer, üretici ve tüketici olmaktı.
Türkiye’de bugün siyaset, hem bu medeniyet hesaplaşmasını yürütmek hem de yeni bir siyasal düzen kurmak ekseninde bir mücadele veriyor. Bu noktada mücadeleyi sathi bürokrasiye teslim etmek de, pratikten uzak bir ilmiyeye havale etmek de eksik kalır.
Dünyada hiçbir şey birbirinden bağımsız değil. Ama aynı zamanda disiplinler, alanlar arasında keskin bir hiyerarşi de yok. Bu anlamda, siyasetin diğer alanların varlığını tehdit eder boyutta bir önceliği de yok. Bu bağlamda hatırlamamız gereken bir gerçek var; seçimler bitmez.
Alim ve entelektüeller kendi mevzilerine çekilmeli, topluma katkılarını kendi mecralarından sunmalıdırlar. Akademi rafa kaldırdığı çalışmaları yeniden masaya koymalı. Siyasetin buradan süzülecek rafine bilgiye, irfana ve hikmete ihtiyacı var. İlim ehli kendi mevzisine çekilip derinleşirken, siyaset de onların bu derinleşme talebine fırsat vermeli. Aksi halde Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren bu mücadele hem derinleşmede, hem yayılmada kaybeder.