Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakanlığı döneminde aylar önce “2014, AB yılı olacak” demişti de yine kamuoyu nezdinde yeterli ilgiyi görmemişti. Bir kez de Cumhurbaşkanlığı devir töreninde vurgu yapıyordu: “Türkiye, stratejik hedefi olan Avrupa Birliği üyeliği hedefine yürüyüşü daha kararlı şekilde devam edecek.” Volkan Bozkır’ın AB Bakanı ve Başmüzakereci olmasından sonra artık belli oldu, bu ayla birlikte Brüksel yolunda epey depar atılır artık. Maratonu hemen kazanmamıza yeter mi? Elbette yetmez. Boşuna denmiyor, AB, uzun ince bir yol.
O yolda biz de malum epey diken, taş döşedik. En başında yeniden siyasetin gündeminde AB’nin yer alması için, toplumda üyelik mücadelesine duyulan güvenin ‘yeniden’ yüzde 80’leri aşması gerekir. Öncelikle de artık önyargılara son verilmesi…
Türk iş aleminin AB ile ilişkilerinde köprü görevi görmesi gereken, Türkiye’nin ilk ihtisas kuruluşu olan İktisadi Kalkınma Vakfı’nın (İKV) uzun zamandır yaşadığı ataleti Ömer Cihad Vardan’ın başkanlığa gelmesiyle kırdığını yazmıştım geçenlerde. İKV’nin çok anlamlı bir çalışması var: Türkiye-AB ilişkilerinde doğru bilinen yanlışlar.
Baş önyargı da, ‘Biz ne yaparsak yapalım, AB bizi almaz.’
İKV de önyargıları kırmak için şu cümleleri vurguluyor:
“Türkiye, üyelik için gerekli koşulları karşıladığında AB üye devletleri arasında yerini alacaktır. Müzakereler başladıktan sonra tam üyeliğin gerçekleşmesi ise, Türkiye ile AB arasındaki katılım müzakerelerinin ana hatlarını ortaya koyan Müzakere Çerçeve Belgesi’nde de belirtildiği gibi, Türkiye’nin AB müktesebatına uyum konusundaki çabalarıyla doğru orantılıdır. Türkiye dahil müzakere sürecindeki diğer ülkelerin AB üyesi olabilmesi için hangi koşulları yerine getirmesi gerektiği, açık ve net biçimde ortaya koyulmuştur.”
‘Ne yaparsak yapalım AB bizi almaz’ önyargısının oluşmasının altında Türkiye-AB ilişkilerinin uzun geçmişi, katılım müzakerelerine birlikte başladığımız Hırvatistan üye olurken, Türkiye’nin aday ülke olarak kalmaya devam etmesi, diğer aday ülkelerin müzakere sürecinde yaşadıklarının kamuoyunda yeterince bilinmemesi, atılması gereken adımların sadece Türkiye’den talep edildiğinin düşünülmesi yatıyor.
İspanya, Portekiz’in müzakere sürecini yürüten yetkililer Türkiye’ye geldiğinde, “AB bizi almaz” diyenler elbette merak edip, dinlemeye gitmemişti.
Bölmeyecek, aksine uzlaşı kültürüne hizmet edecek
AB karşıtlarının en sevdiği cümlelerden biridir “AB üyeliği, Türkiye’nin bölünmesine sebep olacak.” Zaten bir grup karşıt, her atılan adımda ‘bölüneceğiz’ korkusunu yaymak için elinden geleni esirgemiyor.
AB’nin bizi böleceği falan yok.
İKV de bölünme korkusuna karşı panzehir şu yorumu yapıyor:
“Türkiye’nin AB’ye tam üye olması bölünmesine değil, aksine, siyasi ve ekonomik istikrarını artırarak, toplumsal uzlaşı kültürünün güçlenmesine neden olacaktır.
AB üyeliğinin bölünmeyi de beraberinde getireceği endişesi, çoğunlukla bireysel hak ve özgürlükleri genişleten Kopenhag Siyasi Kriterleri’ne uyum sürecinde dile getirilmektedir. Oysa AB’nin temel değerler olarak benimsediği bu evrensel ilkelere uyum sağlamak, tüm aday ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de demokrasinin güçlendirilmesine önemli katkı sağlayacaktır.”