Türkiye ciddi bir dönüşüm sürecinin içerisinde. Gelişmeleri ister demokratikleşme, isterse otoriterleşme olarak yorumlayalım fark etmiyor. Eski hiyerarşi yerini yeni bir düzene, farklı bir sıralamaya bırakıyor. Kurumlar, kişiler, politik öncelikler yerlerini artık bu yeni düzenin gereklerine göre tayin etmek durumunda. Zira zeminin yapısı değişti. Üstelik bu gelişme sadece Türkiye için geçerli değil, tüm dünyada yaşanan süreçlerin bir parçası.
'Yeni küresel uygarlık' artık bireyi 'işlevsel bir tanımlama içerisinde' devlet makinesinin bir parçasına dönüştüremiyor. İnsan, sanayi toplumunun zihin dünyasındaki içeriğiyle rakamsal olarak üreten, kar eden, devletin kendisinden beklediği görevleri yerine getiren tek tip bir aktör değil. Herkes diğerinden farklı ve bu farklılığını ortaya koymak istiyor. Devlet kurumu ise birçok yönden mercek altında.
Birey, hayatın merkezine oturmuş durumda ve devletin kendisinden talep ettiklerini değil, kendisinin devletten talep ettiklerini ön planda tutuyor. Bu da birçok kavramın ve kurumun kendisini yeniden tanımlamasını gerektiriyor. Bu yeni devlet-birey ilişkisinde 'silahlı kuvvetlerin' de bir konsantrasyon alanı olması kaçınılmaz. Birey devletin ordusundan kendisi için 'güvenlik üretmesini' bekliyor, 'güvenlik endişesine dönüşmesini' değil. Türkiye'deki son tartışmalar da böyle okunmalı.
Mesele devlet kavramı ile özdeşleşen ordumuzun bu yeni döneme bir kurum olarak adapte olup olamamasıyla ilgili. Siyasetin asker sivil ilişkilerini yeniden düzenlemesi tarihsel bir gereksinim. İktidarda AKP değil, MHP ya da CHP de olsa bu değişmez. TSK yeni uygarlık düzeninin bir parçası olarak yapılanmak ve küresel zemin ile uyumlu bir varlık göstermek zorunda. Buradan hareketle son gelişmelere dair küçük bir değerlendirme yapalım.
1- Ordu bir muhalefet kurumu değildir. Onu muhalefetin lokomotifi olarak görmek ve hatta buna zorlamak TSK'ya verilebilecek en büyük zarardır. Muhalefet, sivil siyasetin vazifesidir. Sivil siyasetin muhalefet üretememesi orduya yeni bir misyon yükleyemez. TSK bir 'son dakika kurtarıcısı' rolüne soyunamaz. Siyasete soyunan ordu siyasetin kuralları içerisinde kalır ve ister istemez yıpratılır. Bugün gelinen noktadaki TSK'nın aldığı hasar maalesef askeri değil, kurulduğundan beri gelen tarihsel siyasi misyonundan kaynaklanmaktadır. Siyaset sahnesi, siyasi araçların kullanıldığı, her şeyin siyasallaştığı bir mecradır. Bu bakımdan orduya karşı saf tutanlarla, ona destek verenler arasında fazla bir fark bulunmaz. TSK'ya yönelik tutum siyasi hedeflerin bir parçasıdır. Ordu bu tavırların öznesi değildir. Ordu muhalefet etmeyi bıraktığı anda, kendisine muhalif bir güç de kalmaz.
2-Ordu düşman değildir. Onu bir terör örgütünü bertaraf etme saikiyle ele almak, 'yaralı bırakırsak tehlikeli olur, yok edelim' mantığıyla değerlendirmek yanlıştır. Ordunun Türkiye'deki bugün beğenilmeyen rolü, kendisine eğilip bükülmeye müsait bazı yasalar tarafından verilen görevlerinden kaynaklanmaktadır. Bu yasaların değiştirilmesi insanların değiştirilmesinden daha önceliklidir. İnsan kaynağı aynıdır. İnsanlarla değil, sistemle mücadele edilir. Bunun yolu da böyle bir ortamda yargısal değil, yasal düzenlemelerdir.
3- Özellikle son dönemlerde her tarafından askeri tehditler yağan bir ülkede, darbe psikozu içerisinde orduyu takatsiz ve moralsiz bırakmak akıl karı değildir. YAŞ öncesi istifalar hangi nedenle yapılırsa yapılsın, anormal bir durumdur. Artık bir yatışma/uzlaşma dönemine geçmek için geç bile kalınmıştır.
4- Necdet Özel TSK'nın yeni genelkurmay başkanı olacaktır. Spekülasyonlara son vermek bakımından söyleyelim; kendisi sürpriz paketinden çıkmış bir isim değildir. Kariyer yolu geçtiğimiz YAŞ'ta 2013'te bu göreve gelecek ve 2017'ye kadar görevde kalacak şekilde açılmıştır. Kendisini arkadaşlarını satan hain olarak niteleyenler de, bu bizdendir destekleyelim diyenler de, TSK'yı yeni bir spekülasyonun içine atıyorlar. Yanılabilirler. Böyle bir sürecin ardından genelkurmay başkanlığına gelen, diğer bir deyişle bu şartlarda bu görevi kabul eden kişinin elinde çok kuvvetli kozlar, pazarlık gücü var demektir. Ben ne İsa'ya ne Musa'ya yaranabilen bir figürden ziyade, kudretli ama uyumlu bir profille karşılaşabileceğimizi düşünüyorum. Dünya konjonktürü zafiyete izin vermiyor.