Türkiye'de yapılan felsefe büyük ölçüde Batı'dan devşirilmiş felsefedir. Bu felsefe henüz öğrenme aşamasında olduğu için Türkiye'de felsefe ile uğraşan insanların hepsi öğrencidir, bazıları kendini öğretmen sanabilir ama bilmedikleri çok şey var. Dolayısıyla Türkiye'de felsefe adına yapılan etkinliklerin çok fazla bir özgünlüğü olduğunu söyleyemeyiz. Yine de Türkiye'de felsefe etkinliği yoktur ya da zayıftır da diyemeyiz. Hiç değilse felsefeyle uğraşanların niceliği yükseliyor, birçok öğrenci felsefe okuyor, felsefe dergilerinin, felsefe kitaplarının, tezlerin ve araştırmaların sayıları artıyor. Bunlar bir ölçüde Türkiye'de yapılan felsefe adına ümit verici şeylerdir ama Türk felsefesi sadece Türkiye'de yapılan felsefe değildir, bazı felsefecilerimiz Türkçe yapılan felsefeye Türk felsefesi diyorlar. Bence bu da doğru bir tespit değildir, daha doğrusu elbette doğru olan yanları vardır ama tam Türk felsefesi sözüne oturan, Türk felsefesini eksiksiz gediksiz, özürsüz betimleyen bir söz değildir. Türkçe yapılan her felsefe Türk felsefesi değildir. Çünkü İngilizce düşünüp, Almanca düşünüp, Farsça düşünüp Türkçe söyleyen arkadaşlarımız var ve bunların yaptıklarına, Türkçe yazdıkları için Türk felsefesi dememiz doğru değildir.
Çünkü ben Türk felsefesi deyince hikmet kaygısı olan insanların yaptığı felsefeyi anlıyorum. Nedir hikmet? Bu kısa yazının sınırları içinde söylemeye çalışırsam, Eski Yunanın sofia dediği, bilgeliktir. Bilgelik, burada anlatmaya çalıştığım kaygı açısından bakıldığında, gelenekten, belli bir hayat tarzından, dünyayı farklı boyutları ve renkleri olsa da belli bir kavrayıştan gelen; ahlak, bilgi, estetik odaklı etkinlikler ve ürünlerdir. Nasıl bir insan olacağımız, nasıl yaşayacağımız konusunda ortaya konan, konmuş olan, İnanç düzenleri, edebi ürünler, her türden sanat yapıtları, efsaneler, masallar, atasözleri, türküler, şarkılar; giyim kuşam, yemek pişirme, dostluk, komşuluk tarzları, hayatı birlikte devam ettirmeye yarayan değerler bir kültürdeki bilgelik, hikmet örnekleridir.
***
Birçok arkadaşımızda yaşadığımız hayatın bilgelik boyutundan devşirilebilecek felsefeye ilişkin bir kaygı yoktur, onlar böyle bir kaygıyı da çok aşırı yerellik, biraz hamaset ve biraz da beki de aşağılık duygusunun verdiği bir megalomani, bir saplantı olarak görebilirler. Görmeleri de çok önemli değil. Felsefede giriştiğiniz işlerin, yaptığınız çalışmaların muhakkak başarı getirmesi, çok etkili olması beklenemez, çünkü felsefe bu amaçla yapılan bir etkinlik değildir. Yıllar boyu sürdürdüğümüz çabaların boşa gitmesi bile öğreticidir.
Bir kimya profesörü arkadaşım anlatmıştı: Kimyada, bir deney beklentilerimiz doğrultusunda gerçekleşmediği zaman, bu olgu üzerine de 'bilimsel' bir makale yazabiliriz, deneyi neden beklenen doğrultuda gerçekleştiremediğimizi anlatmak diğer araştırmacılar için öğreticidir. Bizim felsefe arayışımızdaki olası yanlışlıklar diğer felsefeciler için öğretici olabilir. Biz de felsefede Türk felsefesi diye bir şeye taktık kafamızı, sonunda bu çabamızın boş olduğunu görebiliriz. Bu çabanın kendisi yine de saygı duyulan bir uğraştır. Elbette, biz bir mühendis gibi, bir işadamı gibi düşünüp, buradan nerelere yatırım yaparsak ne kadar büyük kar ederiz diye düşünmeyeceğiz. Biz başımızı duvara vurabileceğimizi düşündüğümüz işlere kalkışırız çünkü felsefenin kendisinde üstadımız Heidegger'in söylediği gibi hem bir göze alma vardır hem de araştırma şevki ve aşkı vardır. Dolayısıyla araştıran insanın, biz argoda ona kaşınan insan diyoruz, başını belaya sokması normaldir. Arayan da her zaman Mevla'sını bulamıyor. Biz bela da bulsak bu Mevla'nın gönderdiği bir şeydir der kabul ederiz. Çünkü birilerinin kafasını toslaması, ilerde çalışacak insanlar için öğretici olabilir, ondan korkmamak gerekiyor.
***
Felsefenin, mesela Wittgenstein'la Anglo-Amerikan kültürüne attığı bir çığlık vardır ama o kültür bunu ne kadar anlayabilmiştir, eğer hayatına etkisi yoksa ve beni daha iyi insan yapmayacaksa ne anlamı vardır, felsefenin? Felsefe, sırf akademik gevezelikler yapılsın ya da insanlar akademik hayata girsinler, geçimlerini oradan sağlasınlar diye yapılan bir iş değildir. Felsefenin o kurumları aşan çok önemli bir yanı vardır. Felsefe eğer evrensel olacaksa onu kesinlikle hikmet tabanlı düşünmek gerekir. Belki de hikmet, her kültürde ayrı ayrı tezahür etmesine rağmen bir bütündür. Çünkü hikmetler arası bir büyük hikmetten, bütün hikmetlerin birleştiği bir hikmetten söz edebiliriz. Dolayısıyla hikmete dayanmayan bir felsefe, akademik gevezelikten ya da züppelikten başka bir şey olamaz diye düşünüyorum.