Sol ve sağ kavramları kapitalist sistem içinde ortaya çıkmıştır. Bir madeni paranın iki yüzü gibi olan bu iki siyasal eğilim 200 yıllık statükonun, yani kapitalizmin iki temel direğidir.
Önceki haftaki yazımda sol ile kapitalizmin ilişkisinden söz etmiştim, buna devam edeyim: Kapitalizm, insanı tüm aidiyet bağlarından, dininden, inancından, milliyetinden, kültüründen, geçmişinden koparır. Toplumu başıboş atomlardan oluşan bir yığın haline getirir, paranın ve üretimin hizmetine koşabilmek için ona istediği biçimi verir. Kapitalizm, bu yıkıcı anlamıyla devrimci ve solcu bir sistemdir. Sol, eski toplumdan kültürel kopuşu destekleyen bireyselci ideoloji olarak kapitalizmin ta kendisidir. Ancak kapitalizmi soldan ibaret saymak da onu tek bacaklı olarak görmektir. Sol, sistemin savunusunu kültür ve yaşam biçimi (habitus) açısından yaparken, sağ da ekonomik yapının avukatıdır.
Sağ, kapitalizmin ekonomik yapısını, ‘eşitsizlik ve adaletsizlikleri’ bilimsel bir gereklilik(!) ve zenginleşmeyi sağlayacak tek model olarak savunur. Kapitalist üretimin doğaya verdiği zararı da kaçınılmaz sayar. Sağ, kapitalizmi bu açıdan desteklerken ‘değerlerin yıpranması’, ‘aile ve vatanseverliğin gerilemesi’ gibi konularda hassasiyet gösterir. Oysa şurası açıktır ki, değerlerin yıpranması gizli güçlerin komplosu sonunda olmamaktadır. Bizzat sistemin yapısı ve özellikleri bunu kaçınılmaz kılmaktadır. Ekonomik ilişkilerde kapitalizmi savunanlar şekilci planda ne kadar dindar kalsalar da onları takip eden kuşakların ahlaki yıkımını engelleyemezler.
Kapitalist toplumda sağ bu konumda iken sol, ekonomik yapıdaki ‘haksızlıklara’ değinir. Hatta bu konuda o kadar gürültü koparır ki bazıları solun kapitalizme karşı olduğu zanneder. Sol sosyal alanda ‘sağın vurdumduymazlığı’nı eleştirirken, değişim talep eder. Oysa şu da bir gerçektir ki, herkesin bireyselleştiği ve aidiyet bağlarının yok olduğu bir toplumda azami kâr peşinde koşulması nedeniyle değişim ne kelime, sistem yerinden kımıldatılamaz.
Sağ ve sol doğal bir işbirliği içinde ayrı ayrı muhalefet eder görünerek yurttaşları anlamsız bir oyuna alet ederler. Sonuçta iki siyasal eğilimin de işlevi sistemi sürdürmektir. Türkiye’ye örnek gösterilen kapitalist Batı ülkelerindeki demokrasi oyunu işte budur.
Burada ilginç bir süreç vardır: Önüne gelen ve eline geçen her şeyi bir ürün haline getiren kapitalizm doğayı tahrip ettiği gibi insani değerleri de aşındırır. Sermaye, toplumun her köşesine sızdıkça ilişkileri, bağları, insani duyguları parçalar. Her insan bir ekonomik ajan haline dönüşür, dindaş, yurttaş, kardeş, ana, baba, karı-koca olmaktan çıkar üretici, tüketici ve meta olur. Bu nedenle her kuşak bir önceki kuşağa nazaran daha serbestleşmiş, ilişkileri gevşemiştir. Sağ siyasal eğilim de kendini bundan kurtaramaz. Dünyanın hemen her ülkesinde bir süre önce solun savunduğu değer aşınmasını bir süre sonra sağcılar da kabullenmeye başlar.
Örneğin kadın vücudunun ürünleştirilmesi, reklamlara malzeme yapılması önceleri solun serbestiyetçi tavrı sayesinde mümkün olmuştur. Başlangıçta bu tür bir kullanıma karşı olan sağ giderek sola teslim olmuştur. Adına ilerleme denilen kapitalizmin genel çizgisi insani değerlerin sürekli gerilemesidir. Bunu sadece geleneksel ahlak kurallarının yumuşaması şeklinde değil, dayanışmanın çökmesi, insana saygı ve nezaketin iflası, insanın ürünleşmesi, genel çapulculaşma şeklinde anlamak gerek. Hollywood kültür endüstrisinin Lady Gaga gibi yanardöner ürünleri etkisindeki gençlerin bir yandan da özgürlük adına toplum düşmanlığı yapmaları bu nedenledir.
Ancak kapitalizm artık hayatta kalması için gerekli şart olan büyümeyi sağlayamıyor. ABD’nin bugünkü sahte büyüme rakamları merkez bankasının yarattığı hayali sermaye ile mümkün olabilmiştir. Giderek reel ekonomiden kopan sistem büyük yıkımlara yol açabilecek bölgesel çatışmaları tetikleyebilir. Bu nedenle çıkış yolu ne sağ ne de soldur, Batı kapitalizminden çok yönlü bir kopuştur.