Aslında her şey ‘Dünya beşten büyüktür söylemiyle’ fark edilmeye başlandı. Bu Türkler, adamların gözlerinin içine bakarak bir yalanının, bir hakimiyet anlayışına dayanarak sürdürülen haksızlığın, bir hukuksuzluğun üstünü örten tahakkümün, artık sürdürülemeyeceğini söylemekteydiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika gezisinin önemi içerde yeteri derecede anlaşılmamış olsa da dış dünyada ilgiyle izlenmiştir. Bunca yıldır başlarını adeta ‘Batı’ya gömen’, dünyayı oradan ibaret sayan bir anlayış için bunlar kolay kabul edilir bir şey değildir fakat öte tarafta kocaman bir dünya durmaktadır.
Astana süreci diye ifade edilen Türkiye ve Rusya’nın inisiyatifiyle İran’ın katılımıyla başlayan müzakereler, Ortadoğu’da barışın mümkün olduğunu ve bunun ancak bölge ülkelerinin bizatihi iradeleriyle kurulabileceğini göstermektedir. Aslında meselenin detayına inildikçe, farklı görüşlere sahip olunsa da, temelde her üç ülkenin tartışmasız ittifak ettikleri husus ‘Suriye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal sınırlarının değiştirilmemesi’ gerektiğine dayanmaktadır.
Nereye doğru?
“Ortada birbiriyle çelişen iki yaklaşım bulunmaktadır. Birincisi, Batı sisteminin benimsediği yeni Ortadoğu siyaseti yaklaşımıdır ki, bunu ‘ulus-altı unsurlara’ dayalı parçalı siyasi örgütlenme modeli diye adlandırılabileceğini daha önce de ifade ettik. İkincisi ise, başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin savunduğu, ulusal sınırlara saygılı, ülkelerin ve halkların bütünlüğünü esas alan yaklaşımdır. Bugün Batı’nın ve Doğu’nun, Ortadoğu siyasetinde karşı karşıya geldiği çelişki bu noktada ortaya çıkmaktadır. “
Türkiye’nin Asya’ya, Afrika’ya Ortadoğu’ya yönelik açılımları aslında sadece dünyaya bakılan yerin değişimiyle ilgili bir mesele değildir, dünya sisteminin kendisine göre kurduğu bütün dengelerin değiştiğini gören, eski ilişkiler içinden çıkıp bu sürece göre yeni siyaset yaklaşımı geliştiren bir anlayışın neticesidir. Dünya sistemi denilen ilişkiler düzeninin merkezinde yer alan Batı, kurduğu ‘hegemonik üstünlüğü’ göreli olarak kaybetmeye başlayınca, Batı’ya bağımlılık ilişkisi içinde olan ülkelerin, durumu eskisi gibi sürdürmeleri rasyonel olamaz.
Batı sistemi, ‘hegemonya kaybının’ yol açtığı sorunları, bağımlılık ilişkilerini daha sıkı hale getirip daha fazla istismar etmekte her hangi bir beis görmeyecek bir pragmatizmle hareket etmektedir. “Bu durum Batı sisteminin soğuk savaş boyunca bütün savunma risklerini yüklenen Türkiye ile ilişkilerinde ortaya çıktığı gibi, Batı’ya bağımlılığı çok derin olan Arap coğrafyasındaki birçok ülkeye karşı tavırlarda da açıkça görülmektedir. ABD’nin, başta Suudi Arabistan olmak üzere müttefiki Arapları İran karşısında bile tereddütsüz yalnız bırakması, mezhep siyasetini kullanmaya yönelmesi, sistemin güçsüzleştiği dönemlerde ilk terk edeceği unsurların kimler olduğunu ortaya koyan örneklerdir.”
Siyasi aktör olmak
Türkiye’nin dış politik yaklaşımında benimsediği yeni yaklaşım, bir ara ‘eksen kayması’ diye isimlendirilmeye çalışılan mesele tam da bu aşamada ortay çıkmaktadır. Batı sistemi, kendisine mahkum ilişkiler içinde tutmaya çalıştığı ‘çeper/kenar ülkelerin’ ulusal sınırlarının değiştirilmesi de dahil, yeni operasyonlara yönelmekte tereddüt etmemektedir. Batı hegemonyasının kriz yaşadığı, yeni bir dünyanın yükseldiği tarihsel aşamada, Türkiye’nin ‘karşılıklılık ekseninde yeni bir uluslararası ilişki biçimini’ talep etmesi ile Batı’nın yeni Ortadoğu siyasetinin çelişmesi ciddi bir sorundur.
Türkiye, Rusya yakınlaşması buna İran’ın katılması Astana’daki konferansın neticeleri bu yöndeki işbirliğinin ilk adımları olarak değerlendirilebilir. “Konferansta kararlaştırılan Suriye ateşkesi için ‘kontrol mekanizmasının’ kurulması önemlidir fakat daha önemlisi Suriye meselesinin çözümünde ‘Türkiye’nin siyaset yapıcı’ rolünün ortaya çıkmasıdır. PKK/PYD’nin İran desteğine rağmen sürecin dışında kalmasının kabulü, ABD’nin ancak Türkiye’nin desteği ile sürece ‘misafir olarak’ dahil olması ayrıca dikkate değer gelişmelerdir.” Evet, dünyanın dengelerinin değiştiği bir döneme tanıklık ediyoruz.