CHP Genel Başkanı’nın meşhur “direnme hakkı” söylemi üzerine konuşuyorduk. Kendisi geçen grup toplantısında bu haktan ne anladığını biraz daha somutlaştırdı: “Yahu diyoruz ki, 'Bu doğru değil'. Anayasayı askıya aldınız, TBMM'yi arka bahçenize çevirdiniz, yargıyı silahlandırdınız. 'Bu süreç böyle devam ederse, halkın direnme hakkı doğar' dedim... Direnme hakkı, evrensel bir haktır. Bir, direnme hakkı baskıya zulme karşı direnmektir. İnancımızda da vardır bu, zulme teslim olmak bizim kitabımızda yoktur. Direnme hakkı, adam Taksim Meydanı'nda durdu, işte direnme hakkı budur. Polis copla geliyor, adam karanfil veriyor, işte direnme hakkı odur. TOMA su sıkıyor, açmış göğsünü, 'Sık ulan istediğin kadar sık' diyor. İşte direnme hakkı budur. Vatandaşın direnme hakkı vardır. Bu anayasa yüzde 92 ile kabul edildi mi, edildi. Sen nasıl anayasayı askıya alırsın. Kimden izin aldın?"
Neresinden tutup analiz edeceğimizi bilemediğimiz, ortalığa, aklımıza ve hafızamıza boca edilmiş önermeler yığını.
Bir kere “Anayasayı askıya alma” şeklindeki ithamı CHP ve onun dayandığı siyasi gelenek dışında hak eden başka bir gelenek yok. Türkiye’nin ilk ve neredeyse tek demokratik Meclis’ini anayasaya aykırı bir şekilde, yani anayasayı askıya alarak fesheden parti CHP’den başkası değil. Anayasaya ve hukuka aykırı bir şekilde bir seçim pratiği uygulamak suretiyle hiç bir muhalif partinin Meclis’te temsil edilmemesini sağlayan yine aynı parti. Sonradan kurulan tek muhalif parti olan ve Kurtuluş Savaşı kahramanlarının kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapatan aynı parti. 1925’ten 1950 yılına kadar 1924 Anayasası’ndaki temel hak özgürlükleri, anayasanın üstünlüğü ilkesini ve yargı güvencelerini geçersiz kılan, İstiklal Mahkemeleriyle terör estiren, Dersim’de katliam uygulayan, gayrimüslimlerin servetlerine el koyan, asimilasyon politikalarını 1930’ların Avrupa’sı örneğine uygun bir şekilde uygulayan, üniversitelerdeki akademik geleneği ortadan kaldırıp onun yerine parti militanlarıyla dolduran, yerel yönetimlerin özerkliğini kaldırıp sistemi mutlak surette merkezileştiren, farklılıkları yok eden, yani anayasayı askıya alan parti CHP idi.
1924 Anayasası erkler birliğini ilke olarak kabul etse de fonksiyonlar ayrılığını getirmişti. Üstelik erkler birliğinin tecelli edeceği mekân Cumhurbaşkanlığı veya hükümet değil, tersine Meclis idi. Anayasada, hiçbir kanunun, başta temel haklar olmak üzere anayasa hükümlerine aykırı olamayacağı açıkça belirtilmişken, o dönemde toplumsal ve siyasal alan adeta kamu gücüyle terörize edildi. Basın tek elde toplandı. Tüm gazeteler, hükümet bülteni gibi çıktı. Bireyler, toplum ve millet CHP’nin ideolojisine göre devlet gücü kullanılmak suretiyle başkalaştırılmaya çalışıldı. Kültürü, tarihi, gelenekleri, arşivleri yok edildi. Hafızası silindi. 25 yıl boyunda Türkiye tek parti diktatörlüğü altında yaşadı.
CHP Meclis’i adeta sıfırladı. Bütün yetkiyi yürütmede topladı. Meclis CHP’li bürokratlardan ve onun yetiştirmesi figürlerden oluştu. Neredeyse tüm kanunların oybirliğiyle kabul edildiği Meclis tablosu, “yürütmenin arka bahçesi” etiketini hak etmiyorsa, başka söze gerek var mı?
Son Osmanlı Meclis-i Mebusan ve Birinci Meclis dışında hiçbir Meclis’in ve genel seçimin esamisinin tarih kitaplarında okunmuyor olması boşuna mı?
1924 Anayasası’nın hiçbir maddesi bu uygulamalara onay vermez.
CHP Genel Başkanı sözüm ona “evrensel” direnme hakkını gerekçelendirdiği konuşmasında, “Anayasa askıya alınıyor” ifadesini kullanırken, hangi partinin Genel Başkanı olduğunun farkında değil herhalde...
Devam edeceğiz.