Birlikte yaşadık, hatırlarsınız: Türkiye’de “muteber işadamı” kılığında gezerken, foyalarının ortaya çıkması sonucu harekete geçti. FETÖ’cü savcıların kulağına fısıldaması üzerine; pılı pırtıyı topladı, tası tarağı satmaya başladı. Bu ülkede hortumladığı milyarları yurtdışına kaçırdı.
Ardından ansızın fare misali sessiz sedasız bir gece kendisi de Londra’ya uçtu.
Bu firarın medyaya yansıması üzerine, ucuz yalanlara başvurdu. Yetmedi, sahte kabadayılığa soyundu. Esip gürledi, “ne kaçması” dedi:
-Yakında döneceğim.
Annesi, kameralar karşısında “Oğlum masum, Türkiye’ye dönecek” diye bağırıp çağırdı. Eşi, “Onunla gurur duyuyorum” türünden açıklamalar yaptı. Sonra, kendisi de “gurur duyduğu” firari eşinin yanına kaçtı.
Zaman içinde annesinin sesi kesildi. Çünkü, medyada FETÖ’ye nasıl hizmet ettiğiyle birlikte bütün rezillikleri ortaya döküldü.
Aradan yıllar geçti. O sahte kabadayılık, yerini İngiltere’de Kraliçenin eteği altına saklanma çabalarına bıraktı. Türkiye’nin açtığı “iade davasında” adalete teslim olmamak için yapmadığı hokkabazlık kalmadı.
Ömür boyu Londra’da bir fare gibi yaşamayı tercih etti.
Anlamışsınızdır, Fetullah Gülen denilen adamın para kasalarından biri olan kanun kaçağı, firari Akın İpek’ten bahsediyorum.
***
Maskesinin henüz düşmediği, “itibarlı işadamı” kılığında ortalıkta gezdiği dönemden tanıyorum kendisini. Türkiye’de o dönemde “cemaat” denilen yapı adına medya organları satın alıyordu. Parayı basıp, çalıştığım Bugün Gazetesi’ni de satın aldı. Bir yandan “abi” diye hitap ediyor, diğer taraftan tuzaklar kuruyordu. Çünkü, biliyordu bizim FETÖ’ye hizmet etmeyeceğimizi. Farkındaydı aynı yolda yürüyemeyeceğimizin.
Bir gün bankaya gittiğimde aylığımın yarı yarıya düştüğünü gördüm. Aradım kendisini, “mali krizden” bahsetti, “ileride yükseltiriz” gibi laflar etti.
Amiyane tabiriyle yemedim tabii. Yaptığının İş Yasası ve Basın Kanunu’na aykırı olduğunu söyledim. Hatta, “Bu kul hakkıdır” dedim. “Yani şimdi ben patron olarak seni işten de mi çıkaramam” cevabını aldım.
“Bak, onu yaparsın” dedim:
-Ama aylığımı düşüremezsin. Eğer ben bunu kabul edersem ve ileride işime son verirsen, kıdem tazminatım yarı yarıya düşer. Emeklerim, yıllarım gider. İşte bu kul hakkıdır.
Ne dedi biliyor musunuz, “Biz öyle bir şerefsizlik yapmayız” dedi!
3-4 ay sonra da “şerefsizlik” dediği o eylemi yaptı. Tabii tedbir aldığımdan, banka dekontlarına “haklarım saklıdır” diye şerh düştüğümden haberi yoktu. Davamı açtım ve bütün haklarımı söke söke aldım.
Canının çok yandığını, hatta avukatlarına çok sert tepkiler gösterdiğini biliyorum. Hakkım olan ve kendisinin de “üç kuruş” olarak ifade ettiği bir borcunu ödememek için ne hallere düştüğünü iyi bilirim. Hatta o dönemdeki çanak yalayıcısı Adem Yavuz Arslan’ı da mahkemeye “yalancı tanık” olarak göndermişti. Arslan, “Ben tanıklık yapmadım” dedi. Mahkeme belgelerini paylaştım, sustu.
***
Türkiye’nin, İngiltere’de açtığı iade davasının reddedilmesi üzerine, Akın İpek’e bir cesaret geldi ki, sormayın. Daha önce süt dökmüş kedi gibi bir köşede sessizce oturuyordu. Davanın reddedilmesinin ardından aslan kesildi, kabadayılığa başladı. Benim de üzerime sıçradı…
Önce eşini üzerime saldı. Yetmediğini görmüş olacak ki, ardından kendisi devreye girdi. Yalan, dolan ve iftiralarla daha önce yaptığı hak gaspını perdelemeye çalıştı. Mahkemelerin verdiği kesinleşen kararları bile çarpıtmaya uğraştı.
Yadırgamadım; bir yandan Müslümanlık taslayan, diğer taraftan sırtını İslam karşıtlarına dayayıp, ülkesine saldıran bir adamdır kendisi. Vatanına ihanet eden bir kanun kaçağıdır. Kilise ve Havra sevdalısıdır. Açtığı üniversiteye bile Kilise ve Havra yaptırmakla övünen bir kişiliktir. Efendisi Fetullah Gülen gibi batıya hizmet eden bir uşaktır.
Aslında sadece “FETÖ’cü” deyip geçebilirdim. Yeter de artardı bile. Ama ayrıntılarını da bilin istedim.
Nedir “FETÖ’cü” demek?
Ülke düşmanı, batı uşağı demektir. Müslümanların kanını emip, Batı’ya ve İsrail’e uşaklık etmektir. Katillik, yalan, kumpas, iftira ve her türlü ahlak dışı davranıştır. Mahkeme kararlarıyla sabit değil mi?