3
İmdi…
Cumhuriyet’e gelirsek…
Kolaylık olsun diye, bir örnek üzerinden meseleyi anlamaya çalışırsak…
Osmanlı’da adına ‘Dur-ül Fünun’ denilen bir yüksek öğrenim kurumu vardı. Cumhuriyetle birlikte bu kurum doğuma zorlandı. Daha doğrusu bir ameliyata alındı; sezaryen uygulandı ve ‘İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürüldü.
Eğer sezaryene tabi tutulmayıp, normal doğuma müsaade edilseydi; çevre şartlarına daha dayanıklı, kendi kendine ayaklarının üzerinde durabilen, yeni yönetime ve yeni dünyaya uygun ve lazım yeni bir kurum oluşabilirdi.
Ancak, biraz acemilikten, biraz söz konusu ameliyata dair bilgi yetersizliğinden, birazda gerekli alet ve edevatın eksikliğinden sezaryene tabi tutulan ‘bebek’ üzerinde bir takım ‘leke’ler ve ‘araz’lar oluştu.
Lekeli ve arazlı bebek ister istemez kuvöze alındı ki, bu kuvöz tamamen Batı mamulü olup, burada gelişen bebekte Batılı bir fert olarak cemiyete intikal etti.
Bu yeni doğundan beklenen ‘yeni dünya vatandaşı’ olmaktı, o yeni dünya Batı idi, zaten daha doğum anında kuvözde bu yeni dünya ile tanışmıştı.
‘Yeni’liğin olmazsa olmaz temel şartlarından birisi eskiye ait ne varsa, başta din olmak üzere, reddedilmesiydi.
Ancak bir şey ıskalandı; doğan bütün çocuklar sezaryenli bir ameliyeden geçmeyeceği/geçemeyeceği gibi, hepsi kuvöze de alınamazdı. Öyleyse ülke de her zaman farklı ameliyelerin, farklı dünyaların ve farklı aidiyetlerin çocukları olacaktı. Bunun sonucu olarak da, hiçbir zaman mütecanis bir toplum yapısına kavuşulmayacaktı.
4
Bugüne geldiğimizde…
Karşımıza bazen aydınlar, bazen akademisyenler, bazen muhalifler olarak çıkanlar, işte ta başlangıçta ‘doğum lekeleri’/’doğum arazları’ taşıyan İstanbul Üniversitesi’nin (tabi ki İstanbul Üniversitesi zati gerçekliğinin yanında bir semboldür) yetiştirmeleri ve mezunlarıdır.
Bunlar bidayetleri gereği yerli değerlere yabancı/düşman Batılı dünyaya ait elemanlar olmaya teşnedirler, mahkûmdurlar.
İstanbul Üniversitesi’nin (üniversitelerimizin) bu vasfı değiştirilip, dönüştürülmedikçe, bu kurumlar daha birçok, sapına kadar yerli ve ulemadan Hallu Hafız’ın çocuklarını ve/veya torunlarını elimizden alacak ve başka aidiyetlerin müntesibi ve/veya elemanları olarak karşımıza çıkaracaktır.
Bir an günlük gailelerden başımızı kaldırıp, aynı anda hem geçmişe hem geleceğe bakabilsek…
Not: ‘Doğum Lekesi’ kavramsallaştırılması Halil Berktay’a aittir.