UNESCO’nun 2004’te kurduğu ‘Yaratıcı Şehirler Ağı’ (Creative Cities Network) edebiyat, müzik, tasarım, gastronomi, sinema, medya sanatları, zanaat ve halk sanatları gibi alanlarda sürdürülebilir kentsel kalkınmayı teşvik ediyor. Yerel yönetimler için önemli bir motivasyon bu ağa dahil olmak. Farklı bölgelerden, farklı gelir düzeylerinden şehirler yaratıcı endüstrilerde çalışmaya teşvik ediliyor. Çünkü yaşadığımız çağda yaratıcılık, kalkınmanın anahtarı.
Edinburg, Prag, Granada, Heidelberg edebiyat şehirleri arasında bulunuyor mesela. Bogota, Sevilla, Gent, Mannheim de müzik şehirlerinden. Tasarım şehirleri arasında ise Seul, Graz, Helsinki var.
Bir edebiyat şehri için belli başlı kriterler şunlar; yayın girişimlerinin nitelik, nicelik ve çeşitliliği, ilk, orta ve yüksek öğretimde yerli ve yabancı edebiyata odaklanan eğitim programları, edebiyat, tiyatro ve/veya şiirin temel rol oynadığı türden kentsel kalkınma, edebiyat festivallerine ev sahipliği deneyimi, kütüphane, kitabevi ve kültür merkezleri, çeviri faaliyetleri vb. edebiyat odaklı aktiviteler.
Şimdi bir yandan Türkiye’deki yerel yönetimlerin bu alandaki karnesini düşünürken, bir yandan da gastronomi şehri kriterlerine bakalım. Şehirde geleneksel restoran ve şefi bünyesinde barındıran canlı bir gastronomi, teknoloji karşısında ayakta kalabilmiş yerel bilgi, geleneksel mutfak uygulamaları, geleneksel gıda endüstrisinin varlığı, eğitim kuruluşlarında beslenmenin teşviki ve biyoçeşitliliği koruma programlarının aşçılık okulları müfredatına dahil edilmesi gibi konularda deneyimi olan şehirler bu ağa aday olabiliyor. Ülkemizde gastronomi alanında yaratıcı şehirler ağına dahil tek kent Gaziantep…
Müzik şehri için ise; müzik faaliyetlerinin tanınan merkezi olma, uluslararası düzeyde festivaller, müzik üzerine uzmanlaşmış akademiler, amatör koro ve orkestralar dahil müzik eğitimi için informel yapılar, müzik yapmaya uygun kültürel alanlar… Bir yandan kaç şehrimiz müzik şehri olmaya aday diye düşünürken, bir yandan da tüm şehirlerimizi ilgilendiren diğer önemli kriterlere bakalım;
Mimari, şehir planlama, kamusal alanlar, anıtlar, tabela ve bilgi sistemleri gibi tasarım ve inşa edilmiş çevreden güç alan kültürel peyzaj… Bir şehre girdiğinizde şehre dair ilk intibaları oluşturan konular bunlar. Şehrin peyzajından, tabelalarından anlıyorsunuz ne kadar yaratıcı, estetik yönelimli bir iradeyle yönetilip yönetilmediğini...
Ülkemizde temel beledi hizmetler konusunda son yıllarda önemli mesafeler alındı. Altyapı sorunları büyük ölçüde halledildi. Fakat kent kimliğini taşıyan ve estetik, kültür, mimari gibi alanlarla irtibatlı konularda yeterince mesafe almış durumda değiliz. Elbette bu durumun tek sorumlusu yerel yönetimler değil. Estetik değer kriterleri, kent sakinleri arasında yeterince yaygın değilse yönetimin çabası bir noktaya kadar… Sözgelimi tarihi bir şehrimizde belediyenin son derece özenle restore edip yatırımcılara teslim ettiği dükkanların, kalitesiz ve estetik bakıştan yoksun kafe dekorasyonlarıyla neye dönüştüğünü biliyoruz. Özensiz dekoratif unsurlar, adi ve kitsch görünümleriyle, yapılan restorasyonları da gölgede bırakıyor. Temel estetik değerlerin toplumun tümüne yayılması, devlet, sivil toplum, akademinin bir arada ortaya koyacağı külli bir çabayla mümkün. Fakat her durumda işe bir noktadan başlamak gerekiyor ki, yerel yönetimlerin bu konuda yapacağı çok şey var. Gündelik hayatın içine mayalanacak kültürel peyzaj, toplumun estetik algısını da dönüştürecek öneme sahip.