Yaklaşık 3 ay önce, demokratikleşme paketinin açıklandığı gün bu köşede ilk yazımı yazmış ve şöyle demiştim;
‘...Ülkemizin demokratikleşme serüveninde önemli bir basamakta duruyoruz. Bu basamak, etrafı aynalarla çevrili bir merdivenin tam da ortası; inişe de yol var, çıkışa da. Demokrasi ruhuyla sırlanmış ayna, bir arada yaşayabilme kapasitemizi tartabilmek için iyi bir fırsat...’
Meğer demokratikleşme dediğimiz şey bu ülke için hayli lüks bir gündemmiş. Demokrasi yolunda ilerleyelim derken, ülkede hava bir anda değişti. Eğitimi eğitim olarak, yolsuzluğu yolsuzluk olarak konuşamayacağımız Eski Türkiye’nin kasvetli havası yine çevremizi sardı. Bu ülkenin makus bir talihe mahkum olduğu hatırlatması yapıldı. Üstelik bu sefer bambaşka bir şekilde, diyalog, hoşgörü, kardeşlik gibi kavramların içi boşalttırılarak yapıldı.
Her şey ‘dershane’den öte bir gündemle başladı. O gündemden bir ders çıkardık; aslolan bireylerin dindarlığı dedik... Cem olmak gerekiyorsa ümmetin camisi bize yeter dedik.
Sonra hiçbir şekilde arkasında duramayacağımız rüşvet ve yolsuzluğun ‘iddiası’ düştü gündeme. Bu ‘iddia’ eğer gerçekse bütün kalbimizle lanetliyoruz. Gerekenin yapılmasını da bekliyoruz. Yolsuzluk yapan cezasını çeksin. Ak zemin kir tutmasın...
Ve fakat şimdi ortada ne sadece eğitim, ne sadece yolsuzluk konusu var. Müfterilerin, fitnecilerin, karanlık tezgâhların darmadağın ettiği bir Türkiye manzarası var. Umutlarıyla, ekonomisiyle, insanların birbirine olan güveniyle yıpranmış bir Türkiye var.
Daha da önemlisi bir şekilde yargıya işi düşen vatandaşın, acaba hangi yargı kliğiyle muhatabım endişesine kapılarak adalet arayacağı bir kaygı ortamı var. Emniyet ve adalet, bu dünyada insanın yemek-içmek kadar temel ihtiyacı... Hâl böyleyken emniyet ve yargı kurumları içinde farklı kliklerin olduğu ifade ediliyor. Bu, hepimizin ihtiyacı olan o en temel güven duygusundan mahrum edecek bir sarmal. Bu nedenle eğer böyle klikler varsa gereken yapılmalı. Zira adil bir hukuk devletinde yaşamayı istemek hepimizin en tabi hakkı.
Aksi halde, basit bir akıl yürütmeyle, yargı ve emniyette çeşitli kliklerin olduğu bir sistemde, hakim kliğin işine gelmeyen yolsuzlukların örtülmeyeceğinden de emin olamayız. Bu nedenle yolsuzluk iddiasının üzerine gidildiği kadar emniyet ve adil yargı umudumuzu zedeleyen muhtemel bir
‘devlet içinde devlet’ yapılanması da gözden geçirilmelidir. Ancak bu şekilde adil bir hukuk sistemi içinde her türlü yolsuzluğun ortaya çıkarılacağından emin olabiliriz.
Bu kritik süreçte biz vatandaşlara da önemli bir görev düşüyor. Algıların saniyelik zaman diliminde şekillendiği sosyal medyada yalan, iftira dolu haberlerin dolaşımının önüne geçmek, çarpıtılarak servis edilen bilgilerin yolunu kesmek...
Doğruluğu kesinleşmemiş konularda Hz. Peygamber’in “Fitne zamanında koşuyorsanız yürüyün, yürüyorsanız durun, duruyorsanız oturun” tavsiyesini ilke edinmek. Siyasette 24 saatin çok uzun bir zaman olduğu söylenir. Sosyal medyada da 1 saat çok uzun bir zaman. Şuursuzca atılmış bir tweet bir anda gerçek muamelesi görebiliyor.
Bütün bu olanlar Türkiye’de yaşamanın bir bedeli olduğunu ima ediyor. Fakat bu bedel demokrasi yolunda vesayetlere tahammül etmek olmamalı. Bir bedel ödeyeceksek bu, yaşadığımız bu özel coğrafyanın hakkını vermek ve ülkenin geleceğine katkı sunmak için göstereceğimiz gayret olmalı.