Dünyada 14 milyon Yahudi karşısında -ki bunların bir kısmı İsrail’in mevcut politikalarını desteklemiyor- 1.6 milyar Müslüman nüfusun nasıl muktedir olamadığı sorusu özellikle son günlerde yine herkesin zihninden geçiyordur. Bu orantısız durum, Filistinli gençlerin İsrail tanklarına taş atarak mücadele yürüttüğünü gördüğümüzde de başka tür bir eşitsizliği hatırlatıyordu.
Tanklara karşı taşla mücadele olur mu? Eğer attığınız taş, Edward Said’inki kadar ağır bir taşsa olur. Hatırlayalım, 2000 yılında Filistin asıllı entelektüel, eylem adamı Edward Said Filistin davasına dair yaptığı onca fikir işçiliği ile yetinmemiş, Batı’nın maskesini indirdiği Oryantalizm kitabıyla iktifa etmemiş, akademinin fildişi kulesinden inerek Filistinli gençlerin arasına karışarak İsrail tarafına bir taş da o atmıştı. Columbia Üniversitesi’ndeki akademik karıyerine mal olan bu eylemi neden yaptığını soranlara da ‘çocuğum bir gün bana ‘baba savaşta ne yaptın?’ diye sorarsa ona ‘alçaklığa, haksızlığa taş attım’ diyeceğim’ demişti. Kuşkusuz Said’in attığı taş sembolikti. O asıl mücadelesini akademide vermiş, Müslüman dünyanın nasıl bir fikrî ve siyasî söylemle kuşatıldığını cesaretle tüm dünyaya anlatmıştı.
Bugün İsrail konsolosluğu önünde slogan atabilmek için bizim de Edward Said kadar bu davaya emek vermemiz gerekiyor. Akademisyenler olarak, dünyada her gün onlarca çocuk katledilirken insan hakları ve hukuk literatürünün iflasını ilan etmekle işe başlayabiliriz. Siyasiler olarak uluslararası politikada cari siyasi söylemlerin ikiyüzlülüğünü haykırmaya devam edebiliriz. İşadamları olarak ticaretini yaptığımız dev markaların silah sanayi ile ilişkisini araştırabilir, buna göre tutum geliştirebiliriz. Tüketiciler olarak alışveriş arabalarımıza yüklediğimiz içeceklerin, kozmetik ürünlerinin Filistinli çocukların vücutlarını parçalayan bombalar olduğunu anlamaya karşı direnç göstermekten artık vazgeçebiliriz. Ebeveynler olarak çocuklarımıza dünyada olup bitenler karşısında vicdan ve adaletten yana, sağlam iradeli, şahsiyet sahibi insanlar olmaları konusunda daha çok gayret sarfedebiliriz. Sivil toplum kuruluşları olarak günübirlik kampanyalarla yetinmek yerine Filistin için hamaset ve duygusallık yüklü sloganlar yerine akli söylemler ve etkili stratejiler üretebilme yolunda adımlar atabiliriz. Medya olarak yerleşik zihnî kalıpları sarsacak, sağlam bilinçler inşa edecek daha etkili yayınlar yapabiliriz.
Bütün bunları mevsimlik değil, Filistin’de hak ve adalet yerini buluncaya kadar sürdürebilecek sağlam bir irade ile yapabiliyorsak, gelin hep birlikte slogan da atalım. Fakat bunları yapmadan duygusal tepkilere teslim oluyorsak, attığımız sloganın bir hükmü de yok.
Yıllar önce bir hahamın ‘hiçbir yahudi çocuğu yoktur ki, kitabının dili İbranice’yi bilmesin’ sözünü duymuş ve 14 milyon yahudinin dünyada nasıl bu kadar güçlü bir finans ve bilgi gücünü elinde bulundurduğunu daha iyi anlamıştım. Her ne kadar bütün yahudileri siyonist İsrail katliamlarından sorumlu tutmuyorsak da, yahudilerin kendi davalarına sadakati ve tavizsiz duruşunun 1.6 milyar Müslümana da hatırlatacağı birşeyler olmalı. İslamofobyadan Filistin davasına, Ortadoğu’dan Türkiye’nin din merkezli tüm sosyal ve siyasi meselelerine dört başı mamur bir stratejik akılla yaklaşmak gerekiyor.
Gündelik boykotlarda sebat etmekten Filistin odaklı bu stratejik aklı planlamak arasında yapılabilecek çok şey var. Aksi halde birkaç hafta içinde biz Filistin’i unuturken, siyonist akıl bir sonraki planını uygulamak üzere silah depolarını çoktan doldurmuş olacak.