AK Parti, 11 yıllık iktidarı döneminde milli eğitimde de çok büyük işler yaptı. Bilgisayarın girmediği okul kalmadı. Cumhuriyet döneminde 70 yılda yapılan derslik sayısından daha fazla derslik bu 11 yılda yapıldı. Ücretsiz kitap dağıtılmaya başlandı.
Fakat bu süre içinde ne yazık ki müfredat noktasında büyük açılımlar gerçekleşmedi. Bugüne kadar gerçekleşmeyişinin nedenleri aslında makul mazeretlerden oluşuyor.
Zira Türkiye, bir taraftan ekonomik istikrarını muhafaza etmek durumundaydı, bir taraftan PKK ile mücadele etmekle mükellefti, diğer taraftan uluslararası güç dengelerini gözetmek durumundaydı, öte yandan askeri vesayetin berhava olmasını temin etmek zorundaydı vs.
Fakat tüm bunlar artık sağlanmış durumda... “Bu saatten” sonra yapılacak en önemli iş, milli eğitim müfredatının revizyonudur. Bu revizyonu yaparken diğer ülkelerin metotlarının takibi gerekmiyor. “Bize özgü” bir metodun tatbiki gerekiyor.
Bazı hususlar revize edilmeli, bazı hususlar ilga edilmeli, bazı hususlar muhafaza edilmeli, bazı hususların uygulanması ise cezai yaptırıma tabi tutulmalıdır.
Şimdi buları “kendi çapımda” sıralamaya çalışacağım:
BİR: Hukukçu olmak isteyen kişiye Mendel kanununu, dolayısıyla “bezelyenin çaprazlama döllenmesi”ni öğretmek gerekmiyor. Hatta işin içinde bezelye var diye “Ev ekonomisi” eğitimi görecek kişiye de bunu öğretmek gerekmiyor.
İKİ: Siyaset bilimi okumak isteyen bir öğrenciye Einstein’in X=MC2 teorisini öğretmek yerine MC’yi (70’lerdeki Milliyetçi Cephe hükümetleri) öğretmek gerekiyor.
ÜÇ: Mandalina soymasını bilmeyen bir öğrenciye mandolin dersi vermek de lüzumsuzdur.
DÖRT: Gençliğe Hitabe’yi ezberletmek yerine bu hitabede yer alan “şerait”i şeriat; “bedhah”ı bedbaht; “tersane”yi dershane olarak anlayan gençliğe hitap edilmelidir.
BEŞ: Elişi dersinde çocukları marangoza yönlendirip tahtadan bir çerçeveye çivi çaktırıp halı dokutturmak yerine, pislikleri halının altına süpürmenin ne kadar yanlış olduğunun öğretilmesi çok daha “fizıbıl” olacaktır.
ALTI: Geometri dersinde dört köşe, yamuk, daire, doğru çizgi, açı gibi konular elbette işlenmelidir. Ama bunun yanında çocuklara ve gençlere, köşe olmak için takla atmanın erdemsizliği; yamuk karakter; kendini bir daireye hapsedip kendi içinde dönüp durma; doğru çizgisini muhafaza etme; dün söylediğinin bugün tam tersini söyleyip 180 derece dönme gibi konular da öğretilmelidir.
(“Köşe olmak için takla atma” konusu, artık iktisat dersinde mi, geometri dersinde mi, beden eğitimi dersinde mi yoksa ahlak bilgisi dersinde mi öğretilir, bilmiyorum!)
YEDİ: Fizik dersinde makara konusu işlenirken, “Öğrencinin öğretmeni makaraya sarması”nın ahlaksızlığı da üstüne basa basa (öğrenciye değil!) öğretilmelidir.
SEKİZ: Coğrafya dersinde “vadi”nin ne olduğunu bilemeden mezun olan öğrencinin “Kurtlar Vadisi”ndeki tüm replikleri biliyor oluşunun sosyolojik ve pedagojik yönü üzerinde durulmalıdır.
DOKUZ: “N’aber”deki e’nin atılması yetmiyormuş gibi, a’nın ve ikinci e’nin de atılıp nbr yazılmasındaki grbt, pardon garabete dikkat çekilmelidir.
ON: Facebook sayfasına “Kanka yarın Türkçe sınavı var, ona çalışıyom” diye yazabilen bir nesle, İngilizceden önce Türkçe öğretilmelidir.
ON BİR: Ekonomiyle alakası olmayan fakültelerde ekonomi dersi vermek yerine, ilkokul mezunu da olsa “ekonomisi sağlam” bir holding patronunun fakülte binalarının ıslahına katkısı teşvik edilmelidir.
ON İKİ: Ben ki hukuk fakültesi 1. sınıfta sanat tarihi dersi görüp, “barok stili”ni öğrenmiş bulunmaktayım. Bu ders bana niye öğretildi, şimdi öğreniyor bulunmaktayım.
Özetlersek: Bir öğrenciye “bilgi” aktarmak önemlidir. Ama her bilgiyi kafaya doldurmak kafayı şişirmekten başka bir işe yaramamaktadır.
Milli Eğitim, benim yaptığım gibi yapmalı... Baktı ki “kafa şişiriyor”, hemen noktayı koymalıdır!