Demokrasi kılıfına sokulmuş emperyal mücadele çağımızın ciddi meselesi olmuş durumda. Soğuk Savaş bittiğinde bir karar vermek gerekiyordu. Nasıl bir dünya düzeni tercih edilecekti? Soğuk Savaş’ın tüm utanç verici hadiseleri bir yana, gezegenimiz bir 3. Dünya Savaşı’na yuvarlanmadıysa, bunun nedeni süper güçler arasında “denge” durumunun oluşmuş olmasıydı. Bu denge durumunun kimyasını asla onaylıyor değilim. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra insanlığın önündeki tek seçenek Soğuk Savaş değildi çünkü. Ama görünen o ki, dünya o dönemi aratacak koşullara yuvarlanıyor.
İnsanlık iki büyük dünya savaşında cehennemi yaşamış ve medeniyetin beşiği Avrupa kıtası taş devrine dönmekten ABD parasıyla kurtulmuştu. Batı Avrupa için başarılan şey bize şunu gösteriyordu: Eğer istenirse, ülkelerin birbirini boğazlamaması için bir barış düzeni tertip edilebiliyordu. Bu ise başka bir şeyi daha kanıtlardı: Eğer istenirse, bunu dünya ölçeğinde de başarabilirdiniz. Veya en azından gezegende başka Batı Avrupalar yaratabilirdiniz.
Bu öneriyi romantik bulanlar olacaktır. Düzenleyici görevi Washington üstleneceğine göre, ABD bir hayır kurumu mudur? Beyaz Ev bu parayı nereden bulacak, bunu neden yapacaktır? Ne de olsa kötülüklerin ulaşamadığı uzak bir kıtadadır ABD.
Ama biz biliyoruz ki, ABD, Batı Avrupa’yı bir pazar olarak kaybetmek istemediğinden bu yardımı yapmıştır. Batı Avrupa’nın Stalin tarafından işgalini de önlemek istemiştir. (Bu korkunun yersiz olduğu, aynı korkuyu Stalin’in Rusya’nın NATO tarafından işgali noktasında yaşadığını biliyoruz.)
Dünyanın küresel şekilde kalkındırılması, bu kalkınmaya öncülük edecek ülke veya ülkeleri kazançlı çıkaracaktı. Ama bu yol tercih edilmemiştir. Ortadoğu gibi zayıf bölgelerin kalkındırılması yerine, (üstelik bu ahlaki bir borçtu) kukla yönetimler veya istikrarsızlıklarla sömürülmesi daha tercih edilir bulunmuştur. Kennedy suikastına belki bu yönden de bakmak gerekir.
Böylelikle iki büyük dünya savaşı ile zihniyet bağını bir türlü kesememiş olduk. Hayalet hâlâ üzerimizde dolaşıyor. Hayaletin varlığını, olaylar çok fazla sıkıştığında, bu sıkışıklığı ancak bir savaşın çözebileceğine olan eğilimden anlayabiliriz. Suriye içsavaşı bunun bir öncülü sayılabilir. Şu noktada İdlib’e saldırma iştahı başka türlü açıklanamaz. Bu demokrasinin ve siyasetin utancıdır. Adeta arzulanan, otomatik bir başarısızlıktır bu.
Oraya buraya saldırmayı demokrasiyle açıklayıp, tüm demokratik değer ve kurumları emperyal amaçlar için suiistimal ettiğinizde, söylenmesi gerekenleri söyleyenleri –Erdoğan gibi- düşman ilan ettiğinizde, dünya otomatik bir imha sürecine girebilir. Üstelik olaylara müdahale etme kabiliyetinin yitimi, sağduyunun kurban edildiği o son noktada başlar.
Ümit edelim ki o son noktada değilizdir. İdlib krizi bunun bir ölçütü olacak. Niyet savaşmak olduğunda bir Gavrilo Princip her zaman bulunur çünkü.