Uzak ve yakın tarihimize bakıldığında, Osmanlı’nın düşüşü sürecinde ekonominin temel faktör olduğu gözlemlenmektedir. Tabii o süreçte güç askeri zaferlerle ölçülen bir durumdu. Çünkü ekonomi pre-modern dönemde daha çok fethedilen topraklardan gelen vergilere dayalıydı. Osmanlı bu şekilde İpek Yolu gibi küresel ticaret hatlarını da kontrol ediyordu ve Akdeniz bir Osmanlı gölüydü.
Ümit Burnu’nun denizyolu ile aşılarak Çin ve Hindistan’a farklı bir rotanın ortaya çıkarılması ile Amerika’nın keşfi devrimsel bir değişikliğe neden oldu. Aztek ve Maya’lardan yağmalanan tonlarca altın ve gümüş Avrupa’ya akıyordu. Düşünsel manada (A)kıl merkezli dünyaya geçiş yapan Avrupa, sanayi devrimine giden yola girmişti. Tüm bu gelişmeler devlet aygıtı başta olmak kaydıyla her şeyi köklü şekilde değiştirecekti. İşte Osmanlı’yı ufalayan, bu süreçleri anlayamamış, buna kendi cevabını verememiş olmasıydı.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda egemenliğin ekonomik bağımsızlıktan geçtiğini çok iyi biliyordu. Ancak 1929 ekonomik buhranı, devralınan borç ödemeleri, zayıf özel teşebbüs işleri zorlaştırmaktaydı. Atatürk’ün 1970’lere kadar yaşaması halinde Türkiye’nin nasıl bir ilerleme kaydedeceğini bilemiyoruz. Ama bildiğimiz şey İnönü’nün risk almaktan uzak bir ikinci adam olduğudur. Avrupa’nın çöktüğü 2. Dünya Savaşı’na girmemiş bir Türkiye, bu gri dönemi iyi değerlendirmemiştir ki, NATO’ya üye olmak için Menderes Kore’ye asker göndermek zorunda kalmıştır. CHP ve DP, NATO’yu daha çok bir ekonomik kalkınma modeli olarak görüyordu çünkü ve evet, paramız yoktu.
Güçlü ekonomilerden gelecek yatırım, sıcak para ve dış borçla dönen bir ekonomide, ülke kontrol altında tutulmakta, tarihsel kapandan çıkma girişimleri ya bir ekonomik krizle, ya darbeyle ya da her ikisinin eşlik ettiği süreçte engellenmektedir.
Erdoğan dönemi muhtemelen Atatürk’ün hayalinde olan bağımsızlıkçı adımların atıldığı bir süreç olmuştur. Bunları yapabilmek için size dayatılan rotadan çıkmak, farklı davranmak zorundasınız. Son saldırı, Türkiye’yi IMF’nin kontrolünde bir yarı-sömürgeye çevirmek içindir.
Bazıları için Batı’nın tasvir ettiğinin dışında bir dünya, real politik, ekonomi ekolü yoktur. Biat etmek en iyisidir. Özellikle ekonomi reçetelerinde bu durum bariz şekilde kendini belli eder. Muharrem İnce’nin Kanal İstanbul projesi dahil tüm büyük projelerden vazgeçeceği vaadi içe değil, dışa verilmiş bir mesajdı mesela. Dolar konusunda attığı ve sildiği tweet de gayet “doğrudur.” Teslim olmuş bir Türkiye tabii döviz saldırısına uğramayacaktı. Tıpkı Sisi darbesinden sonra para musluklarının açılması gibi…
Bu durumda ödeyeceğiniz bedel ekonomiden ibaret[m1] olmayacaktır. Suriye’de bir PKK devleti dahil olmak üzere size yeni haritalar dayatacaklar, kukla yönetimler kuracaklardır. Bunu herhalde anlamış olmalıyız.
Hasılı, yeni yollar bulmak veya yeni bir yol yaratmak durumundayız. Tarihsel momentum doğru anda olduğumuzu gösteriyor. Yerli ve milli bir solcu, buna “devrimci durum” derdi.