Adam son derece saldırgan ve alabildiğine küstah! Afganistan’a doğru giderken hepimize hakaret etti. Diplomatik nezaketi bir kenara bıraktığı gibi, en temel nezaket kurallarını bile ayaklar altına aldı.
Bakın densize:
Bizi gazeteci olarak görmüyormuş! O yüzden de giderken organize ettiği veda yemeğine davet etmemiş!
İsabet olmuş. Zaten biz de Ankara’da bulunduğu süre içinde ortaya koyduğu tavır ve faaliyetler sebebiyle kendisini gerçek bir Büyükelçi olarak görmüyorduk. Demek ki duygularımız karşılıklı. O veda yemeğine bizi de davet etseydi, doğal olarak ortaya koyduğu fotoğrafı sorgulayacaktık. ABD’li John Bass’tan görevimizi öğrenecek değiliz elbette. Türkiye’de bulunduğu sürede milli menfaatlerimize yönelik olarak attığı adımları masaya yatıracaktık.
Ne diyecekti bize? Sorularımıza hangi cevapları verecekti?
Yaptıkları ayan beyan ortada! Yoktu ki verecek bir cevabı. O yüzden giderayak çamur atmayı tercih etti.
***
Davet ettiği basın mensuplarına gelince…
Tamamı 7 kişi. Onlardan birini de son anda veto etti; telefonla yoldan çevirdi. Geriye kaldı 6 kişi!
Bir büyükelçi düşünün!..
Uzun yıllar Türkiye’de kalıyor. Giderken sadece 6 gazeteciyle bir “veda yemeği” düzenleyebiliyor. Diğerlerinden ürküyor, çekiniyor, bir araya gelmek istemiyor, soracakları sorulara cevap veremeyeceğini biliyor, yüzlerine bakamıyor. Arkasında dostluk yerine düşmanlıklar bırakıyor...
Yok böyle bir örnek. 30 yılı aşkın süredir Ankara’da gazetecilik yaparım; böylesini ne gördüm, ne de duydum.
Bu ayıp da Bass Efendi’ye yeter zaten.
Üstelik sadece biz gazetecilere saldırmıyor. Türkiye’yi yönetenlere de abuk-sabuk laflar ediyor. “Hükümetten bazı isimler intikam peşinde” ifadesini bile kullanabiliyor.
Ne intikamı? Sen ne yaptın da Hükümet’in bazı üyeleri intikam peşinde koşuyor?
Bu sözler bile yediği nanelerin bir itirafıdır aslında!
Eskilerin bir sözü vardır: “Merd-i Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler” diye! John Bass’ın durumu da aynen öyle.
***
Sahi, ne yaptı John Bass, Türkiye’de olduğu süre boyunca? Şöyle bir aklımıza gelenleri sıralayalım… PKK’ya gülücükler dağıttı ve omuz verdi.
HDP söylemleri doğrultusunda açıklamalar yaptı.
FETÖ ile yan yana bir görüntü sergiledi. ABD’nin İstanbul Konsolosluğu’ndan çıkan bir FETÖ’cüyü korumak için Türk adaletine saldırmaktan dahi çekinmedi.
Nerede bir problem var, onu kaşıdı. HES protestolarının kışkırtıcısı, Akademisyenler Bildirisi’nin destekçisi oldu.
En çok sevdiği gazete de Cumhuriyet’ti.
Adı hep 15 Temmuz Darbe Girişimi ve bu girişime İncirlik’ten verilen destekle birlikte anıldı.
Hiçbir zaman müttefik bir ülkenin büyükelçisi görüntüsü vermedi. Hani derler ya, diplomatik dokunulmazlık zırhından yararlanarak, kucağımızda otururken sürekli olarak sakalımızı yolmaya çalıştı.
Ve kin kusarak da gidiyor!..
***
Garip bir ruh hali içindeler. Bunlar, genellikle “büyükelçi” değil, “sömürge valisi” olarak görüyorlar kendilerini. Bazıları bunu belli etmeden yapmaya çalışıyor. John Bass gibiler de işte böyle kaba ve çirkin bir tavır sergiliyor.
Tabi, biraz da gelişen şartların kurbanı olarak görebiliriz Bass’ı. Çünkü, eski Türkiye yok artık. Geçmiş geride kaldı, bu ülkede eskisi kadar rahat at koşturamıyorlar. John Bass da bunun sıkıntısını yaşadı. İstediklerini gerçekleştiremedi, sürekli olarak kafasını taşa vurdu. Yeni Türkiye’nin gerçekleri işte böylesine hırçınlaştırdı O’nu.
Türkiye eski Türkiye olmadığı gibi, Amerika da eski Amerika değil artık. Onlar da bu gerçeğe alışıp, hazmetmek zorundalar. Biraz zaman lazım herhalde!