Türkiye’nin bağımsızlığı tartışılırken en çok haykırılan sloganlar arasında ilk sırada ‘NATO’ya hayır’ sloganının geldiğini hatırlamayan var mıdır sanmam. ‘NATO’ya hayır’ sloganı aslında Soğuk Savaş döneminin sloganıdır. O dönemde Türkiye doğrudan doğruya iki sistem arasında sıkışmış bir konumda bulunduğu için, bir anlamda NATO üzerinden Batı sisteminin güvenlik ağına mecbur kalmış durumundadır.
Bilindiği gibi Kurtuluş Savaşı sürecinde Mustafa Kemal Paşa’nın Lenin’le yaptığı ‘saldırmazlık’ anlaşmasıyla Türkiye’nin doğu ve Karadeniz sınırları emniyete alınmış, esas itibarıyla Milli Mücadele Batılı sömürgecilere karşı yapılmış ve başarılı olmuştur. Atatürk’ten sonra Türkiye İsmet Paşa’yla Tek Partili baskıcı yönetime doğru yönelirken, Sovyetler Birliği’nin de Stalinist bir terör rejimine dönüşmüştür ki bu dönem aynı zamanda Sovyetlerin işgalci/yayılmacı bir dış politikayı açıkça ilan ettiği bir zaman dilimine tekabül etmiştir. Stalin’in Kars-Ardahan ve Boğazları talep eden Türkiye’ye yönelik tehditleri kaçınılmaz olarak Türk yönetimini Batı’nın kapısını çalmaya götürecekti.
NATO VE BATI’NIN SÖMÜRÜSÜ
Uzun yıllar Türkiye sosyalist çevreleri aslında Stalin’in böyle bir işgal planının olmadığını, Türkiye’nin tehdit edilmediğini söyleyerek, hem Stalin’in yayılmacı siyasetini ört bas etme gayretine girmişler hem de sosyalizmin yayılmacı politikaları olamayacağı gibi bir varsayımı güçlendirmek istemişlerdir.
Oysa Sovyetlerin yıkılışı sonrası bütün gerçekler ortaya çıkacaktır; Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Salim Sarper vasıtasıyla verilen Stalin’in taleplerini yansıtan notanın, Rusya tarafındaki kayıtları da su yüzüne çıkmıştır. Dolayısıyla, Sovyet tehdidi endişesi ekseninde Türkiye’nin Batı’nın güvenlik ağına takılıp, bu çerçevede bağımlılık ilişkisine girmesi bu konjonktürün bir neticesidir.
Batı sistemi bu durumdan son derece memnundur ve bunu sonuna kadar istismar etmekten asla geri durmayacaktır. Bir defa Sovyetlerle arasına bir tampon kurmuş olmanın rahatlığı ve düşük maliyeti dikkate alındığında Batı’nın ileri karakol olarak gördüğü Türkiye’ye ödettiği bedelin ağırlığını tahmin etmek zor değildir.
BAĞIMSIZ DIŞ POLİTİKA
Dahası Batı sistemi bu süreçte Türkiye’yi sadece güvenlik politikaları ekseninde kendisine bağımlılaştırmakla kalmayıp, emperyalist sistemin diğer kurumları olan Dünya Bankası, IMF, GATT gibi müesseseler vasıtasıyla da ekonomik bakımdan denetim altına alarak sömürü mekanizmasını kuracaktır.
Sovyetlerin çöküşüyle NATO’yu önce işlevsiz kaldığı tartışılmıştır fakat bizimle olan problem farklıdır; Türkiye Batı’yla olan ilişkilerinde bağımsızlıkçı siyasete yönelince iş başka bir tartışmaya dönecektir. Batı ile ilişkilerde Türkiye ne zaman ki bağımlılık ilişkilerinden çıkıp, başta ekonomi olmak üzere, güvenlik politikalarında da bağımsızlıkçı bir siyasete yönelince, o vakit Batılı merkezlerde ‘kontrolden çıkan Türkiye’ye’ tepkiler yoğunlaşmaya başlamıştır.
Bugün yaşanan olay NATO’dan çıkma/çıkmama değil, Batı’yla eşit konumda siyasal ekonomik ilişkiler kurmakla ilgilidir; Türkiye eşit, onurlu bir ülke olarak yoluna devam etmektedir; ‘Bağımsız Türkiye’ bu mücadeleyi yapan ülkedir.