3
1 Kasım seçim sonuçları içinde, 7 Haziran’daki değerlendirmemi tekrarlamak durumundayım:
Bu seçimde aldığı %50 oy, AK Parti’nin yapıp-etmelerinin karşılığı değildir.
Milletin maşeri vicdanı, AK Parti üzerinden Türkiye’nin boğulma girişimlerini önlemek ve devletin varlığının devamını sağlamak için AK Parti üzerinden bir hamle yapmıştır. 7 Haziran’da, uluslararası güçlerin Türkiye üzerinde operasyon yapmak için uyguladığı projeyi görüp, anlama konusunda milletin gafil avlandığını söylemiştik ya…
Geçen 5 aylık süre içinde, ‘milletin derin feraseti’ bu projenin niyetini ve amacını gördü.
Madem 7 Haziran’da bu meşum proje halklar üzerinden hayata geçirilmişti;
Öyleyse bu projeyi akamete uğratmak, bozmakta yine halklara düşüyordu.
Olup-biten bu konuda gereğinin yapılmış olmasından ibarettir.
4
Hayati soru şu:
Nedir bu ‘derin feraset’ dediğimiz şey?
Milletin ve ülkenin kaderinde böylesine belirleyici bir rolü mücerret bir kavrama vurgu yaparak gerçekten açıklamış olabilir miyiz?
Bu sorunun cevabını ‘aktüel çerçevede’ bulmamız ne yazık ki mümkün değil.
Bunun için biraz tarihe uzanmamız gerekiyor.
Bu bağlamda ‘tarihe uzanmak’, ne ‘bugünün kavramları ve paradigmasıyla, bugün işimize yarayacak bir tarih inşa etmektir’ ne de, geçmişi bugünü açıklamak için spekülasyon malzemesi yapmaktır.’
Tarihe yolculuğumuz, tarihi yeniden yaşamaktan/yaşatmaktan çok, tarihin oluşumunda rol oynayan, yarının tarihi olacak bugün de hayatın tanziminde etkili olan nedenleri anlamak (tarih) ve bugün olup bitenleri açıklamaya (bilgi) çalışmak gayesiyledir.
Bir açıdan baktığımızda, (dini anlamda) İslamiyet’in doğuşundan bugüne 1400 yıllık;
Başka bir açıdan baktığımızda, (asabi bağlamda) Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan bu yana 1000 yıllık; Hatta, coğrafi açıdan baktığımızda, ta Sümerlerden bu yana 4000 yıllık bir gelenek içinde… Bizi tarih sahnesinde var eden bazı kavramlarla karşılaşırız.
‘Nizam-ı Alem’
‘Devlet-i Ebed Müddet’
‘Din-ü Devlet’
‘Mülk-ü Millet’
Bu gelenek içinde devlet, Alem’e (dünyaya) nizam vermek için kurulur.
Ta 1050’lerde, Selçuklu Sultanı zamanın Abbasi Halifesi’nin huzuruna çıktığında, Halife; Selçuklu Sultanı’nı ‘Müslümanların ve dünyanın Sultanı’ olarak tesmiye ve ilan eder.
Yani Müslümanların sultanı olmak, dünyaya sultan olmaktır. Yani Müslümanların hayatını tanzim ve deruhte etmek, yol-yöntem belirlemek; aynı zamanda dünyaya nizamat vermekle eş değerdir.
Dünya nizamının kurulabilmesi ise ancak güçlü bir devlet eliyle mümkün olabilir. Sürdürülebilmesi de devletin ebedi varoluşuna dayanır.
Böyle bir devletin varlığı ise devletle milleti aynileştirecek bir cevhere ihtiyaç duyar. O öz ise dindir.
Millet ise bir taraftan devletin vatandaşları öbür taraftan din müntesipleridir. Yani hem devlet, hem din millete dayanmaktadır.
Millet olmadan; dinden de, devletten de bahsetmek anlamsızdır.
İnsan topluluklarının ‘millet’ olabilmesi ise; din ve devletten sonra bir mekâna ihtiyaç duyulur.
O mekân da vatandır. (Mülk-ü Millet)
5
Bir gazete yazısı kapsamında özetlemeye çalıştığım bu ‘anlama’ ve ‘açıklama’ çabasından günümüze geldiğimizde karşımıza başka bir hayati soru çıkar doğal olarak.
Denebilir ki; “Sen neden bahsediyorsun? Hangi seçmen bu ‘bilgi’lerle reyini belirlemiştir?”
Bu haklı ve doğru bir sorudur.
Belki de hiçbir vatandaş (haksızlık yapmayalım, bu bilinçle oy kullananlarda olmuştur) böyle bir aktüel bilgiyle hareket etmemiştir.
Mümkün olsa da bireylere tek tek sorulsa bu minvalde bir cevap alınamayacaktır.
İşte; sosyolojinin, siyaset biliminin, istatistiki araştırmaların, psikolojik tahlillerin, ideolojik ön kabullerin iflas ettiği noktada burasıdır.
Onların bilimlerinin ve bilgilerinin ölçümleme yapamadığı alanlardır burası.
Burası ‘derin feraset’ yurdudur.
Yukarıda sözünü ettiğimiz kavramların kılavuzluk ettiği; dünya, din, millet, devlet, insan ve çevre tasavvurları uzun bir gelenekte, nesilden nesle, tevarüs ede ede artık bilinçli bir bilgiden öte, genlere işlemiş, kodlanmış, ‘damgalanmış bir bilgi’ olarak devrede devrede, her türlü kesinti çabalarına, yok etme uğraşılarına rağmen bugüne kadar gelmesini başarabilmiştir.
1 Kasım’da neticeyi tayin eden şuur, öğrenilmiş bir bilginin tezahürü değildir.
Bir medeniyet akışının tarihe müdahale ettiği andır 1 Kasım.