• $32,397
  • 35,0519
  • 2327.07
  • 9142.4
31 Ocak 2016 Pazar 01:00 | Son Güncelleme:

Kısa öykü: Boğaza karşı

Kısa öykü: Boğaza karşı

RÜYA ERSİNA UYGUR
ersinaru@gmail.com

 

-Dilaver amca ölüm döşeğinde!

Arka bahçeden sahil yoluna çıkmış hızlı adımlarla Kadıköy’e doğru yürürken çocukluğumun bayramları gözümün önünden geçiyordu.  İlk durak her zaman Dilaver amcanın Sarıyer’deki yalısı…

Ağzımda akide şekerinin hafif ekşi,  tarçınlı tadı... Yalıya her gidişimizde annemin kolumu gizlice çimdiklerken nedense etrafındakilere gülümseyişi…  

Çaresiz Ayten teyzenin uzattığı akidelerden birini alırdım. O şeker ağzımda büyür, bayram ziyaretimiz süresince bir türlü bitmek bilmezdi. Dilaver amca da benim gibi sıkılıyor olmalı,   sık sık pencereye gider, boğaza karşı durur, gemileri izlerdi.

Geçen yılki ziyaretimde dikkatimi çekti.  Sadun da aynı babası gibi pencerenin önünden ayrılmıyordu.

-Maşallah Dilaver amcaya demiştim, 97 yaşını da gördü.

-Eee biz de 60’ı bulduk dedi daralan boğaza bakarak.

Bir gün de benim Moda’daki balkonumdan karşıda Topkapı Sarayı’ndan başlayan İstanbul siluetine bakarken “burada huzur var” diye kendi kendine söylenişine şaşırmıştım.

-Ya senin yalında, Boğaz’da?

-Orada akıntı var, ya içeri sürüklenirsin, ya dışarı…

Kadıköy’den metroya binip, denizin altındaki tüple Marmara’yı geçip tekrar metro aktarmalı Hacı Osman’da inince, bir yakada dibe dalıp diğerinin tepelerinden çıkmış olmanın şaşkınlığı içindeydim. Bir taksiye atladım.

-Sarıyer iskelesine!

Eve ulaştığımda kapı duvardı. Zili bir kaç kez çaldım. Ses karşıdaki banktan geldi.

-Gittiler.

-Ne zaman?

-Biraz önce dedi gibi anladım.

Karşı kaldırıma geçtim, daha iyi duyabilmek için yanına gittim. O kadar da yaşlı değildi hâlbuki. Ama bir kaç dişi eksikti.

-Ambulans götürdü onları.

-Peki siz?  

Üzerindeki elbiseler ünlü bir İtalyan modacıya aitti. Sadun’un giydiği kostümlere benziyordu.

-Aileden misiniz?

- Öyle gibi olduk.

Ceketini düzelterek yalıyı gösterdi.

-O biraz kilo aldı da.

O zaman fark ettim yanındaki üstü aşınmış valizini. Galiba bir berduştu.

 -Burada mı kalıyorsunuz?

-Evet, dedi bana yer göstererek. Çeşit çeşit yalı var. Orası yol yalısı, burası bank...

-Ama manzaranız aynı, müthiş.

-Ne içersiniz? diye sordu.

Oyun sanarak ben de uydum.

-Bir kahve alayım, az şekerli olsun.

Meğer gerçekmiş, küçük cep telefonundan aradı.

-Ali usta, misafirime bir kahve yap, az şekerli olsun. Bana bir çay.

Ben de bu arada Sadun’u aradım. Dilaver amca için yapılacak bir şey yokmuş, yine ambulansla geri dönüyorlarmış.

O sırada devasa bir gemi göründü.

-Rus bandıralı dedi cebinden çıkarttığı küçük dürbünle baktıktan sonra.

Diğer cebinden çıkarttığı saman kâğıda küçük kurşun kalemiyle not aldı.

-Her geçen gemiyi kaydeder misiniz?

-Gördüğümü yazarım.

-Ne zamandan  beri?

Üşenmedi valizini açtı. Elimle ağzımı kapattım. İnanılır gibi değildi. Valiz benzer kâğıtlarla doluydu. Fermuarlı bölümüne ise onlarca cd sığdırmıştı.

-1985 Yılının temmuz ayından beri!

Ambulans önde, Sadunların arabası arkada, bir telaş, evin önünde durdular. Dilaver amca içeri taşındıktan sonra kahve için teşekkür ederek kalktım.

Ayşegül kapıda beni bekliyordu.

-Sen de Sadun gibi, dedi öpüşürken,  bu kaçıkta ne buluyorsun?

-Beni güzel ağırladı dedim gülümseyerek,  kahve ikram etti denizin kıyısında.

“Anlamıyorum” der gibi iki elini salladı.

Dilaver amca odasında yatağına yatırılmış, gözleri yarı aralık, nefes alışverişleri düzensizdi. Beni değil ama ismimle çocuk halimi hatırladı.

-Sen akide şekeri sevmezsin.

Sonra da sır verir gibi kulağıma fısıldadı.

-Bu bayramda kaçacağım artık.

-Nereye?

-Su nereye götürürse…

Sadun’la sohbet ederken banktaki adamın geçen gemileri kaydettiğinden söz ettim.

Ayşegül atıldı.

-Hep Sadun’un işi dedi karşılıksız para veriyor gibi olmasın diye böyle bir iş icat etti. Sadun ödüyor onun telefon parasını, çaycıyla anlaşmış ay sonunda hesabı kapatıyor. Küçük yardımlar işte. O da aklı sıra işe yarıyormuş gibi kaydedip duruyor.

Sadun’a baktım,  gülümsemekle yetindi.

Dönüşte yine Hacı Osman’da metroya bindim, Haliç durağıyla Marmaray başlangıcı Yenikapı arasında kısa bir süre yeryüzüne çıktığımızda telefonuma baktım, Sadun’dan bir mesaj vardı. Korkarak açtım, Dilaver amca ben ayrıldıktan hemen sonra hayata gözlerini yummuş. O akşamı çocukluk arkadaşım Leyla’nın evinde geçirdim. Dilaver amcayla birlikte çocukluğumun bayram anıları da Boğaz’ın sularıyla akıp gitmişti sanki.

İki gün sonra cenazede gözlerim Sadun’u aradı.

-Sorma dedi Ayşegül, banktakinin yüzünden Sadun bacağını kırdı. Hastanede yatıyorlar birlikte.

Cenazeden sonra hastaneye uğradım. Sadun istemiş, ikisi yan yana odalara yerleşmişlerdi.

-Nasıl oldu anlat, dedim, ikiniz de aynı anda…

Sadun gecenin bir yarısı uyanmış, her zamanki gibi salona geçmiş, öyle pencereden boğaza bakarken, kıyıya bağlı duran büyük gezi motorunda bir hareketlilik fark etmiş. Motorun birden ışıkları yanmış ve banktaki adamı seçer gibi olmuş, o sıçraya sıçraya kaçıyor, motorun iri yarı sahibi de arkasında kovalıyormuş. Berduş motordan atlarken betona düşmüş ve bir daha kalkamamış. Sadun da pijamalarıyla merdivenleri ikişer ikişer atlarken birden terlikten serbest kalan ayağı paçasına takılmış ve kendini bir kat aşağıda yatar bulmuş. Gürültüye yalıdakiler uyanmış ve Ayşegül hemen 112’yi aramış. Sadun “önce o” diyor, binmeyi reddediyormuş. Sonuçta ikinci ambulans gelmiş de sirenler eşliğinde peş peşe hastane yoluna koyulmuşlar.

-Bak bakalım odasına dedi Sadun. Valizi yanında mı?

Berduşumuz yandaki odada yılların yorgunluğunu atarcasına derin uykulara dalmış görünüyordu. Valizi de orada, masanın altında duruyordu.

Tekrar Sadun’un yanına döndüm.

- Orada!

Kapıdan çıkarken merakımı yenemedim, dönüp sordum.

-Bu valizin içinde ne var seni çeken?

Sadun yüzüme anlamaz baktı önce, sonra isteğiyle merakımı daha da arttırdı.

-Yarın bana dizüstü bilgisayarınla gelebilir misin?

Ertesi gün bilgisayarımla oradaydım.

-Hayır, Sadun bunu yapamam dedim.

Düpedüz gizlice valizini açıp CD’ler içinden 1985 yılına ait olanları çalıp ona vermemi istiyordu.

-Niye ondan istemiyorsun? diye sordum gitgide alçalan sesimle. O valiz zavallının her şeyi, sen de biliyorsun.

-Sen CD’yi getir, bana yardımcı olduğuna pişman olmayacaksın.

-Bir şartla dedim, bana da ne aradığını anlatacak ve göstereceksin.

-Sen önce getir dedi acıdan dudağını ısırarak.

Çocukken de böyle yapardı. Dudağını büküp ağlamaya başlayınca direncim kırılır sonra da kendimi onun suç ortağı bulurdum.

Sessizce odaya girdim. Ağzı açık uyuyordu. Valizi tuttum, tam kaldıracaktım.

-İstediği CD valizde değil.

Hırsız gibi yakalanmanın utancıyla döndüm. Yastığın altından çıkardığı CD’yi elinde sallıyordu.

-Ne var o CD’de? diye sordum.

-İhaneti!

-Kime, karısına mı?

-Daha kötüsü, davasına!

-Hangi dava bu, o hiç aşırı akımlara kapılmadı ki, 12 Eylül darbesinde gözaltına alınan 1 milyona yakın insanın içinde bile değildi.

-Değildi ama bir dizi röportaj yayınladı, sanki o ülkelere kaçak gitmiş gibi röportajlarında komünist ülkeleri anlattı. Altına hep kendi imzasını atıp ödüller kazandı ama o ülkelere hiç gitmedi. İspatı bu CD’de.

Doğruydu anlattıkları. Sadun 1985 ya da 86 yılında büyük bir ödül kazanmış, hatta bu ödülü bizleri çağırmadan medya camiasının ünlü isimleriyle kutlamıştı. Ünlü medya patronunun kızı Ayşegül ile de galiba o gün tanışmış, hemen de nişanlanmışlardı.

Yanındaki iskemleye çöktüm.

-Peki, kimindi aslında o röportajlar, yoksa sizin mi?

-Hayır diye acı acı güldü. Ortak bir arkadaşımızın.

-O arkadaşınız...

-Öldü hanımefendi.

O sırada doktor ve ekibi kapıdan girdiler.

Ben de hemen Sadun’un odasına geçtim.

-Anlat bakalım dedim. O röportajları sen yazmamışsın. Yazan arkadaşının yerine geçmiş, ödülünü almışsın, doğru mu bunlar?

-Ne var bunda? diyerek sinirle yatağında doğrulmaya çalıştı. O istedi, “sen adınla yayınla” dedi. Aranıyordu, onun adıyla kimse yayınlamazdı.

-Öldükten sonra bunları açıklayabilir, ödülü sahibine teslim edebilirdin. Mesela annesine, babasına...

-Yapamazdım dedi yine dudağını bükerek. Ayşegül’e, babasına, diğer gazetecilere ne diyecektim, çocuk oyuncağı mı bu?

Profesör doktor ve asistanları bu kez Sadun’un odasına giriyorlardı. Ceketimi alıp hemen çıktım.

Ertesi gün Sadun’a uğramadan yanındaki odanın kapısını tıklattım. İçeride yalnızdı.

-Gerisini dinlemeye geldim dedim.

1985 Yılının temmuz ayı Sadun da ortak arkadaşları ile birlikte kaçmaya karar vermiş.  İki sahte pasaport düzenlemiş banktaki adam. Akademi mezunu olarak gerçeğinden ayırdedilmeyecek kadar ustaca yapmış. Bir Romen yük gemisinde tayfa gibi gideceklermiş. Kaçma günü geldiğinde de Sadun’un yalısının tam önündeki bankta elinde fotoğraf makinesi beklemiş. Onlar gemi tam oradan geçerken güvertede kırmızı bir çuha sallandıracaklarmış. Dürbünle çuhayı görünce hemen fotoğraf makinesini yakınlaştırıcı ayarına getirip bu ölümsüz anı çekmiş. Ama garip bir hisle arkasını dönüp bir de yalıyı çekmiş. İşte o an şaşkınlıktan az daha denize düşecekmiş. Çünkü gemide sandığı Sadun yalının birinci katındaki cumbada, pencereden bakıyormuş. İşte CD’de de bu iki kare varmış. Günü, ayı, yılı kayıtlı tarihi belge!

Sadun’un yanına isteksizce gittim. Ayşegül valizini topluyor, o taburcu oluyordu.

-Kemik yapısı çok iyi çıktı Sadun’un dedi Ayşegül. Altı haftada koşacak.

-Ya yandaki? diye sordum.

-Onun durumu aynı değil tabii. Dişlerine baksana, birer birer dökülmüş. Doktorla konuştum, eskisi gibi yürüyemeyecek. Üstelik bankta bakım da imkânsız. Yatacak burada. Nasılsa Sadun ödüyor...

-Yani, diye devam etti kendini tutamayarak, Sadun bacağını onun yüzünden kırdı. Hâlâ kendini değil onu düşünüyor. Yok canım yok,  ne yapsak kurtuluş yok bu berduştan, başımıza bir bela ki sorma...

Biz konuşurken nasılsa Sadun bir anda kayboluvermişti. Ayşegül fırladı hemen, ben de onu izledim. Tahmin ettiğimiz gibi hastabakıcıyla birlikte yandaki odadaydı. Elinde de bir cd vardı.

Ayşegül çıkış işlemleriyle uğraşırken Sadun’a sordum. Sevinçle “aldım” dedi, sanki banktaki ona hakkını helal etmiş gibi.

Berduşa vedaya gittiğimde ise kötü bir gülümseme yerleşmişti yüzüne.

-Benim yokluğumda biran bile unutmasın, CD’ye bakıp bakıp beni, vicdanını hatırlasın diye verdim dedi. Aynısından nasılsa 29 tane daha var...

GELECEK HAFTA

TURNAYI GÖZÜNDEN VURANLAR

 

24 Ocak kısa öykü: İki pizza bir kola bir koca

17 Ocak kısa öykü: Güncellenen kadın

10 Ocak Kısa öykü: Hayatın anlamı

3 Ocak kısa öykü: Sosyete örgütü

27 Aralık kısa öykü: Veda dansı

 

Dış ticaret açığı yüzde 44,2 azaldı
Dış ticaret açığı yüzde 44,2 azaldı

Dış ticaret açığı yüzde 44,2 azaldı

Emeklilere indirimli bilet müjdesi!
Emeklilere indirimli bilet müjdesi!

Emeklilere indirimli bilet müjdesi!

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi
Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi

Tam 1,5 milyar... Dış kaynak akışı bu yıl da hız kesmedi