Seçim sürecini yaşadığımız şu günlerde birdenbire yükselen doların, ateşinin nereden kaynaklandığını anlamaya çalışırken yine gündeme “dış güçler” vurgusu girmiş durumda. Ne zaman gündem de olmadı ki denilebilir. Zira Türkiye’nin epeydir iç politikası, dış politika, iç politikası dış politika durumundadır. Fetö dahil tüm terör örgütlerinin varlığı ve onları koruyup kollayan, yetiştirip, paralandıran, silahlandırıp sahaya sürenlerin ısrarlı şer niyetleri Türkiye’nin hemen her alanını kapsayan en önemli gündemi. Ekonomiden, siyasete, kültürel yapıdan sosyal yaşama kadar doğrudan etkisin olan bu durum sadece güvenlik konusu olarak ele alınamaz.
Türkiye’ye çeşitli zamanlarda, çeşitli yollarla dışarıdan yönelen hamleleri açıklama çabasına girenlerin karşılaştığı “yine mi dış güçler” itirazı, bu meselenin enine boyuna irdelenmesini zorunlu kılıyor. Öncelikle belirtmeliyim ki, “dış güçler” kavramı yıllardır ağızlarda sakız edilerek, inandırıcılığı şüpheli hale getirilmiş, kullanımı mizahi niteliğe büründürülmüş bir durumda. Ne zaman küresel bir elin değdiği bir şer konusu olsa bazı çevrelerin; ”bu da mı dış güçler” vurgusu duyulur ve bu yolla bu kavram üzerinden gerçek görülmemeye çalışılır, gerçeğin üzeri örtülmeye gayret edilir. Bunun için soyut bir dış güç vurgusu yerine neyin, nereden, nasıl kaynaklandığını delilleriyle, göstergeleriyle birlikte açık, seçik olarak ve korkmadan ortaya koymak gerekir. Küresel sömürü baronlarının eksilmeyen iştahı ve insafsızlığı, küresel terör ağının arka planındakilerin varlığı, ekonomik hegemonyanın tatbikinde kullanılan aracı kurumlarını, tetikçilerin bilinirliği, terör örgütlerinin devlet desteği olmadan yaşayamayacağı gerçeği, uluslararası hukukun güçlünün elinde oyuncak edilişi, uluslararası kurumların mazlumlara derman olmayışı gibi birçok gerçeklik açık seçik olarak ortada dururken, dışarıdan ülkelere herhangi bir etkinin, müdahalenin, hamlenin yapılmayacağını hiç kimse inkar edemez.
Ancak peşinen söylemek gerekir ki, her şey tabi ki sadece dış güçlere bağlanamaz. Bir dış müdahalenin kolayca yapılabilmesinin şartlarını ortadan kaldırmak, iç mekanizmanın bütünleşmesi, kurumsallaşmasıyla mümkündür. Bu durumda da dış bir hamlenin asla olmayacağı anlamına gelmez. Olur ama kalıcı hasarlar bırakamaz, olur ama kolayca sarsılmaz, olur ama kolay yıkılmaz bir etkiyle sınırlı kalır.
Küresel düzeyde güçler arası ilişkilerde dış hamleler, gayretler mümkün olduğu kadar süreklilik taşıması uluslararası ortamın doğasının gereğidir. Bunun olmadığı söylemek, herhangi bir naifliğe veya saflığa dayanmıyorsa gerçekleri örtme girişimidir. Bu noktada hatırlatmak gerekir ki; “Şeytanın en büyük marifeti, kendisinin var olmadığına inandırmasıdır.”
Dış hamlelere maruz kalma veya maruz bırakılma durumu; ülkelerin uluslararası ortamda konumlanışları, iddiaları, hedefleri ve güçleri oranında iç-dış güç ilişkisinin seyri ve etkisine bağlıdır.
Her şeyden önce “dış güçler” nitelemesini karikatürize etmeden bu nitelemeyle asıl olarak ne söylenmek istendiğinin ortaya konulması, bilinmesi gerekir.
Unutmamak gerekir ki; küresel ortamda hiç eksilmeyen çıkar mücadelesi işbirliğinden çok çatışmayı üreten bir atmosferi yaratıyor. Devletlerarası güç dizilişinde iddialı devletler güçlerini korumak ve artırabilmek adına rekabet ortamını yönetebilmeyi, muhtemel rakiplerini durdurabilmeyi asla ihmal etmezler. Onlar için rakipsizlik, rehavete kapılmaktır. Onlar için sürekli diri, canlı ve iddialı olabilmek için rakibe veya rakiplere ihtiyaç vardır. Ama bu rakipler onlar için kontrol edilebilir güç de olmalıdır. Bu durum büyük güç olmanın büyük stratejisidir.
Ayrıca uluslararası alanda güçler arası mücadelede birinin kazanması, diğerinin kaybetmesi esasına göre işler. Bir güç için, etki düzeyinde alan genişlemesi, bir başka güç için alan daralması anlamına gelir. Aslında çok büyük çok geniş olarak bilinen kürenin, sadece ekonomi politik ajandasına konu olan alanların, çok da geniş olmadığı kabul edilmelidir. Bu alanlar; güçler arası çıkar çatışmalarının yaşandığı, sınırlarıyla yetinmeyenlerin her daim seferler düzenlemeye hevesli oldukları, doğal kaynaklar ve pazar işleviyle iştah kabartan ve buna bağlı olarak sürekli egemenlik projelerinin üretildiği coğrafi alanları kapsar.
Bu gerçeklik tüm çıplaklığıyla ortada iken Türkiye’nin yükselişini durdurabilmek için hiç kimsenin kılını kıpırdatmayacağını söylemek saflıktır. Saflık değilse art niyetliliktir.
O vakit asıl mesele bizim millet olarak, ülke olarak bunu bilerek iç bütünleşmemizde asla gedikler açtırmamak, iç cephemizi fitne fesattan arındırmaktır. O vakit yolumuz açıktır, aydınlıktır, gelecek bizlerin eseridir.