CHP’nin seçim beyannamesini açıklamasından sonra tartışmaların vaatler üzerinde yoğunlaştığı görüldü. Bir partinin seçimlere girerken ortaya koyduğu programın içeriğini tartışmanın basitçe birkaç noktayı dikkate alması gerekir. “Birincisi, partinin kimliği, ideolojik tutumuyla ülkenin o anki gerçekleri yani imkânları ve sorunları arsında bir ilişki kuran, bir siyaset etme biçimini ortaya koyması beklenir. İkincisi, parti beyan ettiği metinde seçmenlerine yapmaya söz verdiği hususları, bu siyaset tarzının içinde sunarak onları herhangi bir siyasi kuruluştan farkını ortaya koyacak bir biçimde takdim ederek, bir vaat listesi olmaktan çıkarır. Üçüncüsü, parti beyannamesinde yer alan sözgelimi ekonomik vaatler bir ekonomi politikasının içine yerleştirilerek, hangi ekonomik araçlar, hangi yöntemler kullanılarak bu hedeflere nasıl ulaşılacağı gösterilmeye çalışılır.”
CHP’nin seçim beyannamesi bütünüyle bu özenden yoksun görünmektedir. Bu beyannamenin mesele Cem Uzan gibi popülizm yapan konjonktürel birisinin adıyla yan yana anılması kimsede şaşkınlık yaratmamaktadır. CHP, reklamcının siyasi aklıyla seçime girmeyi göze almışsa bu partide sorun çözülemeyecek kadar derindir denebilir.
Ey IMF neredesin, gelince bir daha vur
Sosyal demokrat bir aydın birikiminden mahrum olmak sadece CHP için değil ülke için ciddi bir sorun olduğunu düşünürüm. Türkiye sosyal demokrat bir aydın geleneğine sahip olsaydı, bu demokrasi bilincinin yerleşmesine ciddi katkılar yapabilirdi. Bir defa her türlü şiddeti benimsemeye, bırakın terörü eleştirmeyi, mahkum etmeyi, arasına mesafe koymayı bile beceremeyen, zihinsel olarak bunu yapma gücünden mahrum unsurlar, lümpen gruplar, devrimci sıfatıyla ortada dolaşan marjinal tipler, sosyal demokrat bir eleştiriyle siyaseten etkisiz kılınabilirdi.
Dahası “Türkiye’de ciddi bir sosyal demokrat düşünce geleneği olsaydı, kendilerini solcu diye takdim ederek maskeleyen, düpedüz ırkçılık yapan etnik ayrılıkçıların, din-mezhep eksenli siyasi örgütlenmelerin tarihsel bakımdan geri siyasal hareketler olduğuna dönük güçlü bir eleştirel tutum var olabilir, böylece Türk siyasi hayatında sürekli bir bağnazlık üreten, üstelik bunu ‘solculuk-devrimcilik’ adı altında rasyonalize etmeye çalışan anti-demokratik zihniyete, hatta şiddeti kutsayan gericiliğe karşı bir tavır yerleşik hale gelebilirdi”! Toplumların zihinsel kodlarının demokratikleşmesinde siyasal kültürün kapalı düşünce biçiminin girdabından çıkmasında, eleştirinin yaratıcı etkisini düşündüğümüzde böyle bir aydın geleneğinden mahrum bulunmanın maliyetini daha iyi tahmin edebiliriz.
Önce Dünya Bankası arkasından IMF gelir
Peki, konunun CHP ile ilgisi ne diye sormayacak mısınız? CHP’nin sorunu tamda burada ortaya çıkmaktadır. Bu parti sosyal demokrat olma iddiasını kâğıt üstünde sadece bir slogan olarak bırakıp, bu sorunları düşünce planına taşıma, ele alma çabasına yanaşmayınca, dahası böyle bir meseleyi anlamaktan uzak bir tavır sergileyince, geriye kala kala ‘seçim beyannamesini nasıl hazırlatalım, ABD’den bir iletişim şirketiyle mi anlaşalım, yoksa bilmem kimin reklamcısıyla mı anlaşalım’ kalmaktadır. Bu da yeterli görülmemiş olacak ki Dünya Bankası memuru neo-liberal politikaların uygulayıcısı Kemal Derviş’e ‘sosyal demokrat’ sıfatıyla çağrı yapılmıştır. Dünya Bankası memurunun çağrılması IMF’ye giden yolun açılması demektir.
CHP neden böyle davranmaktadır, kötü niyetten mi? Elbette ki hayır. Meselenin bir yönü, yukarda da vurguladım “aydın sorunu” ile ilgilidir. Diğer bir yönü bürokratik zihniyetle ilgilidir;”entelektüel zemin olmayınca, bu partinin dayandığı toplumsal zümre olan siyasi bürokrasinin aklı siyasetin önüne geçmektedir. Bürokratik düşüncenin en belirgin özelliği ise toplumsal/siyasal meseleyi bir idare meselesi olarak anlaması, yüzeyselleştirmesidir.” Bu durumda mesele, hangi vaatleri sıralarsak kimden ne kadar oy alırıza dönüşecektir ki, bunların da bir rasyonel hesabının olmaması, ülkeyi yeniden IMF’ye mahkûm edecek bir popülizme kayması kimin umurundadır!