Yazımın başlığına hemen itiraz edileceğini tahmin etmek zor değildir. Bu seçim öncesinde irili ufaklı bütün muhalefet partilerinin asgari ücretten tutun, mazot fiyatına, aile yardımına ve daha birçok konuda artan oranlarda ve birbirleriyle yarışacak bir biçimde vaatlerde bulunduklarını hatırlatıp, bunlar ekonomiyle ilgili değil mi diye sorulabilir. Başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin her birinin bu tür açıklamalarda bulunmasının, adeta açık artırmadaymış gibi artan rakamlar telaffuz etmeleri, onların ekonomi konuştuklarını değil, ekonomi meselesini ciddiyetle değerlendirmekten uzak olduklarını gösterir.
Ekonomiden bahsetmenin bir takım vaatler sıralamanın çok ötesinde olduğunu, eminim ki bu partilerde yer alan birçok siyasetçinin bildiği bir husustur. Buna rağmen birtakım vaat listeleri hazırlanmakla yetiniliyorsa bunun nedenleri üzerinde düşünmek gerekir. Bu durumda muhalefetin ya ekonomik politika hazırlayacak kadro sorunu yaşadığı, ya alternatif ekonomik bir model geliştirmede yetersiz kaldığı yahut ta meseleyi reklamcı aklıyla alıp bir seçim malzemesi olarak gördüğünden söz edilebilir ki bunlardan hangi ihtimal geçerli olursa olsun netice aynı yere çıkacaktır: Muhalefetin ekonomik meseleye dönük bir yüzü yoktur.
Sadece muhalefet partilerinin değil, muhalif medyanın, yazar-yorumcu hatta bazı iktisatçıların uzun zamandır sürdürdükleri ve her seçim döneminde nerdeyse bir kampanyaya dönüştürdükleri 'kriz bekliyoruz, kriz neredeyse geldi geliyor' türünden kehanetleri de bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. Muhalefet partilerinin buradaki sorunu veya sorumlu olmayan davranışı ise meseleyi, ekonomiyi bu düzeyde ele alanların oluşturduğu argümanlar çerçevesinin dışına taşıyıp yeni bir ekonomi politikası oluşturacak çabayı, emeği ortaya koymadan, tepkisel düzeyde ileri sürülen basmakalıp sloganlara havale etmeleridir.
Öncelikle bütün ümitlerini çıkacak bir krize bağlayanların bugüne kadar bütün ümitlerinin hüsrana dönüştüğü ortadayken, böyle bir beklenti üzerinden muhalefet yapmak, bu söylemi varsayım olarak kabul etmek ekonominin dinamizmini anlamamak demektir.
Şu haberlere bakar mısınız: TÜİK verilerine göre Mart 2015'te konut satışları bir önceki yılın aynı ayına göre %32.4 artarak 116 bin adete yükselmiştir. Diğer taraftan benzeri bir gelişmenin yaşandığı bir başka alan ise otomobil pazarıdır. Otomotiv Distribütörleri Derneği’nin verilerine göre otomotiv pazarı 2015'in ilk dört ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre %57.11 artarak 264 bin 850 adede ulaşmıştır. 2014 yılının ilk dört ayında rakam 168 bin 577 şeklindedir.
Bu rakamlar neyi ifade etmektedir? Sadece ‘tüketim artıyor, üretim ekonomisine geçemedik' türünden sloganlara takılıp kalınırsa elbette ekonominin gücü fark edilemez. Bir defa konut üretiminin Türkiye'deki üretimin temel dinamiklerinden biri olduğunu, birçok sektör için talep yarattığını, iç tasarruflara dayanan bir büyüme için önemini görmek gerekir, ayrıca otomotiv talebindeki tüketimindeki artışın da bireysel tasarruf ve refah artışı bakımından önemli bir gösterge olduğu açıktır.
Meselenin diğer bir boyutunun ise, kentsel mekânlardaki orta sınıflaşma eğilimiyle ilgili olduğunu belirtmek gerekir. Bireyselleşme, şehirleşme, tasarruf ve refah artışına aslında orta sınıflaşma eğiliminin göstergeleri olarak bakmak, Türkiye'nin ekonomik büyümesini anlamak bakımından da önemlidir. Başta CHP olmak üzere muhalefetin temel sorunu Türkiye'nin orta sınıflaşması ile ekonomik büyümesi arasındaki ilişkiyi kuracak yeni veya alternatif bir ekonomik büyüme anlayışından uzak olmalarıdır. Ekonomiyi konuşmak, tasarruf oranlarını, sermaye hasıla kat sayısını, yatırım verimliliğini, üretim faktörlerini mobilize edecek alt yapıyı, büyümeyi, bir ekonomik politika olarak rasyonel bir biçimde ortaya koymak demektir.