Çevremiz sanal kahramanlık hikâyeleriyle dolmuşken, büyük hikayelerden kaçınır oldum.
Organik yaşanmışlıklara büyük önem veriyorum. Takip edenlerin malumudur; Gottlieb’in, Kurt’un, Sigfried Stemmer’in ve daha nicesinin hatıralarını aktarmışımdır.
Zira her tecrübe ferdî bir yaşanmışlıktır, anlık bir imtihanın sergüzeştidir.
Bu sebeple aktardıklarım bir yana; sürekli yeni hikâyeler dinlemeye, bir kenara not almaya gayret ediyorum.
Söz konusu mevzu 15 Temmuz gecesi ise eğer, muhatabımın ne söylediğinden ziyade nasıl söylediğine bakıyorum.
Hepimizin onlarca, yüzlerce hikâye edilesi âna tanıklık ettiği o gece hakkında bir şeyler söylemesi gerekip de söylemeyenlerin, ne gibi tanıklıkları bir şekilde bizlerden sakladığını bahusus çok merak ediyorum.
Bu yıl 15 Temmuz’un sene-i devriyesinde tanımak bahtiyarlığına erdiğim bir mümtaz şahsiyetin o geceye dair benimle paylaştıkları bu sebeple çok kıymetli geldi bana.
Bursa’nın Yıldırım ilçesinin belediye başkanı Oktay Yılmaz…
15 Temmuz’un büyük kahramanlık hikâyelerinden biri değil hikâyesi. Fakat bir siyasetçinin reaksiyon kabiliyetini ve sonrasındaki tutumunun ne olması gerektiğini ortaya koyan mücessem bir hikâye. Bu sebeple kıymetlidir.
Süleyman Demirel’in “siyaset tevazu kaldırmaz” sözüne istisna teşkil eden bir zat Sayın Yılmaz.
Sağ siyaset kültürünün en büyük tuzaklarından birisidir malumunuz, makam sahibi ile kendisini bu makama tevkil eden arasına bir mesafe koymak.
Bir başka, kolay ulaşılmaz kimse olursanız daha kolay yönetebileceğinize dair bir kanaat sahibi kılar sizi bu kültür.
Bu sebeple, sokakta yürürken penceredeki teyzeye “çay var mı?” diye soran, evine misafir olan, sarılan, öpüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin mensuplarını ikaz etmiş; kibirden sakınmaları, mütevazi olmaları zaruretinin altını çizmişti.
Oktay Yılmaz, başka türlü davranması mümkün olmayan bir kimse.
Birkaç saatlik teşrik-i mesaimiz, ağzından “ben” sözcüğünü duymadan sonlandı. Başka nasıl tarif edeyim?
Konumuz 15 Temmuz olunca, kendisinden o gece neler yaşadığını aktarmasını istedim.
Sormayınca söylemeyeceği tebeyyün etmişti. Yine kendisinden beklendiği gibi mahfiyetle aktardı.
Çok şükür kanlı geçmedi Bursa’da 15 Temmuz gecesi, bunu biliyordum.
Bilmediğim, bunun nasıl mümkün olduğuydu.
Uludağ’ın zirvesinde, şehirden epeyce uzakta yani, bir gençlik kampında iken hadiselere muttali olmuşlar o gece.
Bir gariplikler manzumesiydi, malumunuz karşılaştıklarımız.
Asker köprüyü tutmuştu, fakat pek çoğumuz konduramıyorduk.
2016 Türkiye’sinde darbeye mi kalkışılırmış?
İşte bu garipliklere şahit olunca Uludağ’dan şehre inme ihtiyacı hissetmişler.
Ne oluyor belli değil. Belli olan vaka-i adiyeden olmadığı yaşananların.
Rikkatime dokunan şey… Cumhurbaşkanı henüz o memleketi ihtizaza getiren konuşmasını yapmamış, bir şey söylememiş.
Fakat Bursalı ferasetiyle teşhisi koymuş, ne yapması gerektiğine karar vermiş.
Askeri merkezlerin kapısında nöbet tutmaya koyulmuşlar.
“Biz de Hürriyet mahallesinde bulunan havacılık okulunun önünde nöbet tutmaya karar verdik” diyor Sayın Yılmaz.
Cumhurbaşkanı’nın milletini direnmeye çağıran o konuşmasını burada dinlemişler.
Anlayacağınız durumdan vazife çıkarmışlar.
Yurdun dört bir yanındaki niceleri gibi.
“Cumhurbaşkanı elbette bir şey der, demezse onun için biz deriz” diyerek gitmişler…
Bu süratli reaksiyon sayesinde Bursa sokakları asker ile dolmamış.
Üzerinden dört yıl geçti.
Hikâyesini dilden dile aktarmamız gerekip de duymadığımız nice kahramanlıklar var.
Bunların destanı belki hiç yazılmayacak, zira pek çoğu “Hasbetenlillah” diyerek anlatmaya ar edecek.
Belki bunlardan birisi değil Oktay Yılmaz’ın 15 Temmuz hikâyesi.
Fakat siyaseten büyük derstir.
Durumu ilk anda teşhis etmiş.
Uzaklardan koşmuş, kavgaya gelmiş.
İnisiyatif almış, komut beklememiş. Liderim dediği kimseden yük almış, yük olmamış. Yani olası sorumluluğu üstlenmiş.
Hadiseler sona erince “halkımız o gece kahramanca direndi” demeyi tercih etmiş, kendisini o halkın bir ferdi olarak zikretmeyi dahi zaid görmüş.
Anonim kalmış yani.
Herkes kadar hissemend, herkes kadar kahraman olmayı ihtiyar etmiş.
Ağzından kerpetenle aldığımız üç beş cümle haricinde o gece yaşadıklarından bahsetmiyor. Vazife ifa etmiş bir kimsenin bununla övünmesini ayıp görenlerden.
“E Taceddin bunda ne var?” demeyin.
15 Temmuz’un hakiki kahramanlarını sahneden iterek ucuz hikayelerle kahramanlaşan nicelerine şahit olmuşken fakiriniz, bu tavrı doğru taraflarıyla zikretmek istedim.
Benzer tutum sahibi nice güngörmüş kahramanımız vardır elbet. Kim bilir nerede neler yapıyorlar şu anda?
Tanımak, dinlemek şerefine erişemediğimiz için zikredemiyoruz.
Onların şahsında methedebildiğimiz yegâne şey takınılması gereken tutum ve bunu takınanların durduğu yer.
Meçhul asker anıtı gibi bir şey…
Selam olsun o gecenin, sonrasında adını duymadığımız isimsiz kahramanlarına…