Demek ki oluyormuş. Demek ki “Sam Amca’nın dediği olur, Sam Amca her zaman istediğini alır” anlayışı yıkılabiliyormuş. Yeter ki doğru strateji belirlensin ve kararlılıkla uygulanabilsin. Türkiye gösterdi ve ispatladı bunu.
Kim ne derse desin; Amerika’nın “Suriye’den çekiliyoruz” kararı, o kadar silah yığınağı yapıldıktan sonra atılan bir geri adımdır. Üstelik bu açıklama taktik bir manevra olsa bile durum değişmez. En azından ABD şimdilik geri adım atmıştır. Kendi beyanlarına göre de bu karar Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Erdoğan’ın bastırmasının ardından alınmıştır.
O yüzden amiyane tabiri ile “Sam Amca’nın façası çizildi” derken abartmıyorum. Gösterin bana ABD tarihinde yaşanan benzer bir durum, sözümü geri alayım.
“Her şeyin sonu ya da her şeyin bir başlangıcı var” sözü doğrulanmış oluyor işte! Burnundan kıl aldırmayan, önüne geleni tehdit eden ve gücünü ortaya koyarak dünya dengeleriyle oynayan ABD de geri adım atabiliyor. Hem de bunu Trump gibi kendini dev aynasında gören bir Başkan döneminde yapıyor.
O yüzden küçümsememek lazım. Bugün yaşananlar çok önemli bir gelişmedir. Çünkü, Türkiye dünyadaki bir ezberi bozmuştur.
***
Konuyu Türkiye açısından ele alırsak... Çok basit olarak anlatmak istersek, yaşananların özeti ortadadır…
Ankara, dünya dengelerini iyi okumuştur. Geçmişte olduğu gibi kuru bir “müttefiklik” kavramına teslim olmamıştır. ABD’ye Türkiye’nin başka alternatifleri olduğunu da güçlü bir şekilde göstermiştir. Gerektiğinde sahaya inmiş, gücünü ortaya koymuştur. Kurtlar sofrasına “av” olarak değil, “avcı” olarak oturmuştur!
Amerika’yı sıkıştırmış, ancak köprüleri atmamıştır. Zaman zaman kendine farklı yol arkadaşları bulmuş, S 400’ler kararıyla neler olabileceğini göstermiştir. Yaptığı diplomatik ataklarla, Amerikalılara şapkalarını önlerine koyup düşünme fırsatı tanımıştır.
Bu kararlı tutum da sonuç vermiştir:
“Kazanmak mı, kaybetmek mi?” sorusuna cevap arayan Washington, Türkiye’yi Rusya ile aynı yola itmek yerine “kazanmayı” tercih etmiştir. Türkiye ise, bir yandan ABD ile ilişkilerini düzeltirken, diğer taraftan Rusya gibi güçlü bir aktörü de yanına almıştır.
İşte en sağdan en sola kadar Türk insanının yıllarca özlemini çektiği akılla inşa edilen doğru strateji ve çok yönlü dış politika budur!
***
Sadece bu değil ki…
Türkiye, Kaşıkçı Cinayeti’nde de bütün dünyanın parmak ısırdığı ve hayranlıkla izlediği bir strateji uygulamıştır. Olayın faili Suudi Arabistan ve birkaç destekçisi ile ABD’deki bazı çevreler ve İsrail istisna edilirse, herkesin düşüncesi aynıdır. Türkiye’ye uluslararası toplantılarda hep aynı sorular sorulmuştur:
-Kim hazırladı bu harika stratejiyi?
Hatta hızını alamayıp, içlerinden şu yorumu yapanlar bile çıkmıştır:
-Katilleri yavaş yavaş ve sindire sindire vurdunuz. Gerçekleri dünya kamuoyuna yedire yedire sundunuz. Türkiye’nin izlediği strateji, katiller açısından adeta dayanılmaz ve çok ağır bir işkenceydi!
Bu da Ankara’nın bir başka diplomasi ve hukuk başarısıdır!
Uluslararası arenada bu yorumlar yapılırken, Kemal Kılıçdaroğlu gibi eleştirenler de olacaktır elbette. Hatırlarsınız, “Neden konsolosluğa baskın yapmadınız? Niçin katilleri serbest bıraktınız” diye uzun süre bağırmıştı Kemal Bey!
Eğer dediği yapılsaydı, olacaklar belliydi. Türkiye, Suudi Arabistan’a savaş açan taraf bir ülke olacaktı. Hukuki tartışmalar başlayacak, “uluslararası hukuku çiğnemekle” suçlanacaktı. Suudiler de boş durmayacak, Türk temsilciliklerine karşı ataklar başlatacaklardı. Bu itiş kakış arasında Türkiye de zedelenecek, Kaşıkçı Cinayeti ikinci plana düşecekti.
İşte “öngörü” denilen budur! Bir gelişmeyi elinize yüzünüze de bulaştırabilirsiniz; onu büyük bir başarıya da dönüştürebilirsiniz!
***
Tekrarlıyorum, yaşananlar Ankara’nın diplomasi başarılarıdır. Düne kadar hayal edilmeyenler, artık gerçeğe dönüşmüştür. Artık bölgede ezber bozan, dünya dengelerini derinden etkileyen bir Türkiye vardır. Kabul edilse de edilmese de, kulp takmak için kıvranılsa da gerçekler değişmez ki!